Standart çocuk, standart eğitimci, standart ülke!
Yine öfkeli ve beddualı başlık attık, ama okuyun anlayacaksınız... Nazım Özgün, nam-ı diğer “Böcük”ün “okula gidememe” hikayesini anlatmış annesi İrem Afşin... tazeanne.com’da dün yayınlanan yazının başlığı, “Sesimize ses verin! Yine okullu olamadık”.
Bu ara bütün veliler okullardan yana dertli, ama İrem hanımın yaşadıkları, bu topraklarda halkın geldiği noktanın açık bir özeti.
“Bu ülkede maalesef engelli, farklı, özel gereksinimli kısaca “normal olmayan” bireyleri sevmiyoruz aslında. Dışlıyoruz, acıyoruz hatta görmezden gelmeye çalışıyoruz. Çünkü ayrımcılık ve haksızlık yaşantımızın her anında geçerli” diye başlamış yazısına İrem Özgün. Zaten duyduğumuz, gördüğümüz, tanık olduğumuz, okuduğumuz her şey bize bunu doğruluyor. Sadece engelliler için değil; “normal” olmayan herkes için...
Nazım Özgün, kısacak ömrünü veli ve sınıf arkadaşlarının ön yargılarıyla kuşatılmış olarak geçirmiş bir çocuk. Takdir almış, deneme sınavlarında birincilikler almış bu da gerçeği değiştirmemiş. Artık “normal” demeyelim; “farklı” olanı sevmiyoruz!
3 yaşında teşhis konmuş, 4.5 yaşında konuşmaya başlamış, 5.5 yaşında kendi kendine okuma yazma öğrenmiş bir çocuk “Böcük”... Kovulduğu için dört farklı anaokulu görmüş! Evet kovulduğu için... Sadece “Böcük” değil ki; görme engelli çocuk bir anaokuluna yazılınca bile isyan ediyor veliler... Sonuçta “ticaret”; anaokulu da kovuveriyor...
Faşizm sadece iktidarda değil. İktidarın yarattığı atmosferin, bu ülke insanının geldiği yerin özeti, “Engelli bir arkadaşı olmasının ayrıcalığını yaşaması” yerine, “Bir çocuğu anaokulundan kovdurmayı” seçen insan topluluğunun içinde yaşıyoruz. Ve maalesef “makul çoğunluk” bu; moda deyişle “normal” olan bu! Biraz kaşıyın, biraz sorun, nice örnek göreceksiniz...
Nazım Özgün ile devam edelim biz. Sonunda takdir ile mezun olan bir çocuk, not ortalaması, sınav sonuçları da oldukça iyi olmasına rağmen, okul bulamadı.
Anne İrem Afşin, okullara geçmiş hikayeyi anlattığında öyle yanıtlar almış ki; insanın tüylerinin ürpermemesi mümkün değil. “Biz ööööyle çocuk almıyoruz”, “Standart öğrenci alıyoruz”, “Biz başarı odaklı bir okuluz!”, “Bütün çocuklarımız normal”, “Siz gelin bir de bizim velilere anlatın”... Uzayıp gidiyor liste!
Nazım Özgün’ün “başarılı olup olmadığı” bir yana; kalburüstü sayılacak okulların; ki aralarında kolejler, özel okullar da var; verdiği yanıtlar, bu ülkeye reva görülen iktidar zihniyetinin hem sonucu, hem nedeni... Bu zihniyetle yetişen kuşakların “ayrımcılık”ta nerelere kadar uzanabileceğini düşündükçe, gelecek için kaygılanmamak mümkün mü?
Son olarak Etiler’de bir kolejde olumlu karşılanmış “Böcük”; hikayesi hayranlıkla dinlenmiş, seviye belirleme sınavı için randevu verilmiş... 100 soruluk sınavdan, 95 doğru yanıtla çıkmış Nazım Özgün... İngilizce ve Türkçe testlerinden hiç yanlışsız...
Sonuç; “Siz söylemeseydiniz biz otizmli olduğunu fark etmezdik” diyen idareciler; Nazım Özgün’ü okula kabul etmemişler. Sınavı kazanmasına rağmen... Daha onlarca okula başvurup, ret yanıtı da almış anne İrem Afşin...
Şimdi; bu hikayenin bir özel okulda yaşandığını, bilinçi bir annenin özel çabasını da düşünüp; bu topraklardaki binlerce “Böcük”ün bugünlerde ne durumda olduğunu düşünelim şimdi... “Eğitim görebilecek durumda” olan Nazım Özgün’e okul bulunamıyorsa, daha geri durumdaki otistik çocuklar ne yapacak?
Yazmaktan sıkıldık, daraldık... Yine mi liste sayalım... Kürtlerden, Alevilerden, eşcinsellerden başlayarak... Araştırma sonuçlarını mı hatırlatalım bir kez daha... “Her üç kişiden biri yaşlılar topluma yük diyor”; “Toplumun yüzde 70’i engelli komşu istemiyor”...
Neredeyse her dört kişiden üçü... Engelli komşu istemiyor! Ve muhtemelen daha da fazlası, “Oğlu engelli ile aynı sınıfta okumasın”; “Kızı bir engelliyle arkadaş olmasın” diye elinden geleni ardına koymuyor. İsyan halinde anaokulunu basıyor, idareye baskı yapıyor...
Ve ne hikmetse, bu ülkede en büyük suç bölücülük!
Kendi acıları içinde boğulan bir ülkenin mutsuz halkı, görmeyerek, yok sayarak mutlu olacağını sanıyor. Mutsuzluğun kaynağının o engelli çocuk, o Kürt inşaat işçisi, Alevi komşusu ya da eşcinsel bireyler olmadığının bal gibi farkında... Yine de; “ayrımcılık” ile başlayan, sonra ülkeyi saran “nefret” sarmalının bir parçası... Bugün yaşadığımız şiddet ve öfkenin beslendiği yer de orası...
“Böcük”e tüm başarılarına rağmen okul bulamayan ülkenin, ayrımcılığa maruz kalan milyonlarca çocuk da umurunda değil. İktidarın gündeminde tüm uluslararası sözleşmelere ve insan haklarına aykırı olmasına rağmen inat ettiği “zorunlu din dersi” var çünkü... Ona eklediği “Hz. Muhammed’in hayatı” dersi...
Bir yanda, Başbakan Erdoğan, çocuğunu okula göndermek istemeyenlere “zehir zemberek” açıklamalarda bulunuyor; bir yanda “yine okulsuz kalan” bir çocuk... Büyük ve ulvi davalar peşindeki iktidarın çok mu umurunda?
Ayrımcılıkta ilk adımdır “inkar”... Yok saymak mümkün olmayınca, sonrasında gelen “imha” kadar büyük bir insanlık suçudur.
Dün 1 Eylüldü; “inkar ve imha” ile insanlığı tarihinde gördüğü en büyük acıya sürükleyen faşist zihniyetin düğmeye bastığı günün yıl dönümü... Komünisti, Çingeneyi, Yahudiyi, engelliyi, yaşlıyı ölüme göndererek gelecek kurabileceğini düşünen faşizmi bir kez daha lanetlediğimiz gün...
Ve ne yazık, onun yenilgisiyle avunsak da, “ayrımcılık” her yerde iktidarda ve her adımda karşımıza çıkıyor. Evi işaretlenen Alevi evinin duvarında, lince maruz bırakılan Kürt işçide, nefret cinayetine kurban giden eşcinsellerde ve bugün Nazım Özgün’ün okulsuz kalmasında...
Meselenin üç beş okul, üç beş kendini bilmez idareci olmadığının farkındayız ne yazık. Öyle olsa daha kolay olurdu belki... Herkesin yapacağı bir şey; atacağı, atması gereken bir adım var. Hitler faşizmi sadece silahla yenilmedi çünkü... Önce yürekte...
“Standart öğrenci alıyoruz” diyenler, “standart vatandaş” yaratan bir sistemin “standart idareci”leri sadece... Üç anaokulundan veli tepkisi nedeniyle kovuluyorsa bir çocuk ve bunun tek nedeni “engelli” oluşuysa, ilkokula güç bela yazılabildiyse, ortaokula geçerken onlarca okulun kapısından dönüyorsa, ne desek laf değil. Ve en önemlisi bu sadece engelli ailelerinin derdi hiç değil... Nazım Özgün’ün ve nice Nazım’ın arkadaşlığından mahrum kalacak çocukların da derdidir. Hatta her şeyden önce onların derdi olmalı... O okul sıralarında birlikte okuyacak çocuklarımız ki; yarın da bugün olduğu gibi “ayrımcılık ve nefret” arşa yükselmesin bu topraklardan...
Tesadüf belki ama, anne İrem Afşin’in yazısının tarihi 1 Eylül... Dünya Barış Günü... Kutlu olsun hepimize... İrem Afşin’in “Böcük”üne de mutluluk getirsin...
Evrensel'i Takip Et