5 Eylül 2012

Bugünkü ‘Karmaşa’ ve gelecek üzerine

Toplumsal olayların karmaşıklığı; gelişmelerin çok yanlı, girift, çelişkili; alçalış ve yükselişlerle, sıçramaları ve kesintili ilerlemeyi içererek gerçekleşmesi, hareketin diyalektiğinin bir gerekliliği ya da kaçınılmaz kıldığı bir özelliği olsa da, bunun kitleler yönünden anlaşılırlığı, sanıldığı üzere kolay olmamaktadır. Yığınların, ya da onların büyük çoğunluğunun etkileri yüzyılların ön yargı, düşünüş tarzı ve alışkanlıklarıyla devam etmekte olan hakim anlayışlar nedeniyle sürdürülmesinde hâlâ “yarar” gördükleri mevcut iktisadi toplumsal sistem, giderek yoğunluk kazanan “şok edici olay”larla yüzleşirken, “Ne olacak bu işlerin sonu?​” sorusuyla, bugün ve gelecek kaygısı daha geniş bir kesim tarafından dile getirilmektedir.
Bu, evet, en hafifletilmiş deyişle bir ‘hayat karmaşası’dır. Karmaşa, mevcut sistemin bizzat kendisinin ürünü olan gerilim, çatışma, işsizlik, açlık, yoksullaşma, hak kaybı, özgürsüzlük, vb. tarafından bir sarmal halinde tüm kesimleri, tüm sınıf ve grupları, tüm bireyleri değişik etki düzeyinde olmak üzere, içine çekmekte, kuşatmaktadır. Türkiye’de ve içinde yer aldığı ‘geniş bölge’de, gerek “ulusal sınırlar içinde” gerekse ülkeler ve uluslararası ilişkiler alanında yaşanan ve özellikle de siyasal-askeri özellikli olanlarıyla daha fazla dikkat çeken gerilimli, çatışmalı, askeri saldırılarla iç içe, bombaların patladığı-patlatıldığı; savaş uçaklarının dağlık bölgelerde, yerleşim alanlarında, kentlerde bazen fiili saldırılara girişerek bazen de tehdit amaçlı olarak daha fazla uçtukları bir dönemde, bu kaygının daha yoğun olarak yaşanması ve çeşitli biçimlerde dile getirilişi, şaşırtıcı olamaz. Birbirleriyle ilgisiz gibi görünen gelişmelerin gerçekte bir ‘evrensel gerçekliğin’, “emperyalist-kapitalist bütün”ün parçaları, bileşenleri, unsurları olduklarını; kapitalist dünyanın en ileri-gelişmiş ülkelerindeki işsizlik, yoksullaşma, hak kaybı ve “Yaşam kalitesinin düşmesi”, artan silahlanma ve şiddet politikalarının güç kazanmasıyla birlikte; bu büyük güçlerin, çatışma ve ölümlerin en yoğun yaşandığı ülke-bölge(ler)e müdahalelerinin kazandığı ivme artışına bakılarak da görülebilir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk hareketleri ve isyanlarının, halkların talepleri yönünde değil ama emperyalist-kapitalist çıkarlar yönünde ve bu çıkarların sürdürülmesi esas hedef alınarak bu güçler tarafından “değerlendirildikleri”, gizli-saklı değildir. Libya’ya dış askeri saldırının ileri sürüldüğü üzere “Libyalıların Diktatör Kaddafi’den kurtarılması”nı değil, ama Libya petrollerinin uluslararası tekellere peşkeş çekilmesini garanti etmek ve savaş sanayi aracıyla iktisadi bunalımın yol açtığı yıkımı bağımlı halklar üzerene yıkarak, emperyalist tekellere yeni olanaklar sağlamak amaçlı olduğunu, ancak, yalana siyaset stratejisinde din ölçüsünde değer biçen Türkiye’nin gerici yöneticileri inkardan gelebilirler. Suriye’de yaşananların bir ülkenin sınırları içinde yaşanan “iç olaylar” kapsamında değerlendirilemeyeceğini, “aklı selim” ve politik gelişmelerle az çok tanışık herkes kabul edecektir. Bütün emperyalist güçler ve onların bölgedeki iş birlikçileri-taşeronları; bölgenin Türkiye ve İran başta olmak üzere hemen tüm ülkelerinin hakim sınıfları değil sadece, bu güçlerin harekete geçirip silahlandırdıkları Çeçen, Afgan, Libyalı, Sudanlı, Türk çeteleri; İngiliz ve Alman istihbaratı, CIA,  MOSSAD ve MİT, işin içindedirler. Müdahale kararları bizzat bu ülkelerin hükümetleri veya devlet başkanları tarafından ilan edildi. Türk hükümetinin Türkiye sınırları içinde kurduğu kamplara daha çok mülteci gelmesi için gösterdiği gayretin, Dışişleri Bakanı ve Başbakan tarafından açıklandığı üzere, bir askeri müdahale ve Suriye topraklarının bir kısmının Suriye devletinin hakimiyetinden dış zor yoluyla çıkarılması gerekçesi olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Türk hükümeti, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı başta olmak üzere yetkilileri aracıyla daha başından, Suriye’deki olayları “Türkiye’nin işi” ilan etti. Türk Bakan, Irak hükümetini “kaale almaz” havalarda Kerkük’e gitti ve orada, “Kerkük ve Musul’un ecdatla ilişkisi” üzerine vaaz vermekten kaçınmadı. Buna karşı olmak üzere Irak yönetimi Türkiye’ye “protesto notası” verdi ve Bakanı tutuklama hakkı olduğunu açıkladı. İran, askeri ve siyasi çeşitli kademelerden Türkiye’nin “Suriye’de savaş yürüttüğü” ve Suriye yönetimini devirmek üzere Amerikan taşeronluğu yaptığını; bunun da cezasını çekeceğini açıkladı.
Şimdi şöyle bir soru sorulabilir: Suriye’deki gelişmelerin “Türkiye’nin iç işi” sayılması-görülmesi, Türkiye’deki gelişmelerin ve yaşanan olayların ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in, İran’ın, Irak’ın, Almanya, Fransa ve İngilizlerin, ya da hatta Suriye’nin, Suudi gericiliği ve Mısır’ın, İsrail ya da daha dün parçalamak için ABD ve Alman-Fransız savaş stratejisine bağlanmaktan kaçınmadığı eski Yugoslav cumhuriyetlerinin “iç işi” ya da “işi” sayılmasını haklı çıkarmaz mı? Ve yine, hükümet yetkililerinin ve AKP’li “uyanık” Ömer Çelik’in “Esad-PKK ilişkisi” üzerinden, sözüm ona kolayca çözdüğü, amacı Türk halkını Kürt düşmanlığına ve Esad yönetiminin yıkılması için Suriye’ye karşı sürdürülen savaşın daha da aktifleştirilmesine daha fazla yandaş yapmak olan hinliğini bir yana bırakırsak, Antep’te “kitle”sel ölüm ve yaralanmaya yol açan bombalama-terör olayı ile, Türk kontrgerillası dahil bu ülkelerin herhangi birinin istihbarat örgütleri arasında bağlantı neden mümkün olmasın? Bir ikincisi, özellikle halkın en ileri kesimleri içinde sıklıkla dile getirilen, ve “bunca saldırganlığına, Amerikan politikalarının savunuculuğuna, emperyalist çıkarların taşeronluğunu yapmasına, tekellerin çıkarları için halkın tüm kesimlerini zapturapt altına almasına ve giderek baskıyı yoğunlaştırmasına, Kürtlere, Alevilere saldırıyı ve hakareti sürdürmesine, en düşük düzeyli muhalefeti bile hainlikle suçlayıp, onu ezmekle, yok etmekle tehdit edecek kadar pervasız davranmasına karşın, AKP ve hükümeti nasıl oluyor da güçlü bir destek bulmaya devam ediyor?“ şeklinde özetlenebilecek sorudur. Bu ikincisine yanıtı bir sonraki makaleye bırakalım.
Ama, ilki açısından söylenecek olan şudur: kapitalist emperyalist dünyada yaşanan bunalım, çatışma, işgal, savaş, saldırı, işsizlik, açlık, yoksulluk, özgürlük yoksunluğu vb, dolaysız olarak kapitalist sömürü için, kâr için pazarların, toprakların ve kaynakların ele geçirilmesi ve denetimi üzerine rekabet ve kavgadan kaynaklanmaktadır. Tekelci burjuvazi ve emperyalistler için insan haklarının, siyasal demokratik özgürlüklerin anlamı, daha fazla kâr için ne kadar olanak sağladıklarıyla ölçülür. Başkaca hiçbir değerleri yoktur. Sömürü tekellerini ayakta tutmak için baş vurdukları her tür alçaklığı ve saldırganlığı, diktatörlüklere karşı demokrasi, teröre karşı barış ve huzur; yoksulluk ve açlığa karşı refah ve daha iyi yaşam için gösteren kapitalist haydutlar sürüsü, bütün bu insan ve “insanlık” düşmanı olgu ve sonuçların sorumlusudurlar. Aynı nedenle de bugün halk kitlelerini terörle, kırım ve savaşlarla içine çektikleri bu sefalet ve sömürü sistemiyle birlikte, bizzat kitlelerin hareketinin ve eyleminin gücüyle yok olup gideceklerdir. Bugünkü karmaşanın da işaret ettiği gelişmenin yönüdür bu.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et