Türkiye’nin en iyi okullarında okuyan çocuklar, derslerde 6-7 Eylül’ü görmediler. O iyi okullarda okuyamayan çocuklar da görmediler. Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda yıllar boyunca 6-7 Eylül’den hiç söz edilmedi. Bu nedenledir ki, yeniden ve yeniden 1955’e geri gitmek gerekiyor.
6-7 Eylül’de sahnelenen senaryo aslında sonradan çeşitli şekillerde yinelenen bir kurgu içeriyor. 6 Eylül öğle saatlerinde radyodan Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı düzenlendiği haberi duyuruldu. Selanik’te “hain Yunan”, “Ata’nın evine” saldırmıştı. Bir gazete bu haberi iki baskı yaparak yaydı. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve bu işe diğer uygun araçlar devreye girince, artık mekanizma hazırdı.
Senaryo kimindi?
6-7 Eylül kurgusu bugüne dek 6-7 kez kullanıldı. Hatta belki daha fazla. Sahne arkasında “Özel Harp” vardı. Özel Harp Dairesinde çeşitli görevler alan ve 1988’de MGK Genel Sekreteri görevini yapan, üst düzeyden Emekli General Sabri Yirmibeşoğlu yıllar sonra şöyle diyecekti: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?​”
İstanbul’da yayımlanmakta olan Apoyevmatini Gazetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis’e göre senaryo şöyle işlendi: 1954’de Atina’dan Dışişleri Bakanlığına yollanan bir yazıda, “Bugün Türkiye ile Yunanistan’ın arasını bozmak kolay değildir” yazıyordu. “Ama birisi kalkıp Yunanistan’da Atatürk’ün evine bir bomba koyarsa ...” fikri de eklenmişti. Bu fikir, o dönem İngiltere Büyükelçisi olan, Eski Demokrat Parti Milletvekili Suat Hayri Ürgüplü tarafından Ankara’daki yetkililere empoze edildi. Celal Bayar ve Adnan Menderes’e, “Kıbrıs görüşmelerinde elinizde bir koz olsun” fikri sunuldu: Bir miting yapılacak, birkaç vitrin kırılacaktı ve Londra’daki görüşmelerde, “Halk bu konuda çok duyarlı” denilecekti.
Rumların işyerlerinin ve yaşadıkları evlerin kapıları işaretlendi. İki bine yakın provokatör görevlendirildi. “Vatandaş tepkisi” hazırdı çünkü yıllardır sürdürülen Rumlara yönelik nefret söylemi toplumda etkili olmuştu. Devlet radyosundan gelecek ve bir gazete tarafından yayılacak haber gerekli kıvılcımı sağlayacaktı. Polisin olaylara müdahale etmemesi için gerekli emirler verildi. Provokatörler görevlerine başladı. Yıkım ve yağma gece yarısına dek sürdü. Akşam Menderes ve Bayar Beyoğlu’ya geldiler. Bayar, Fahrettin Kerim Gökay’a, “Biz bir taş atılsın dedik, nedir bu hal?​” diyecekti.

Suskunluk ardından

6-7 Eylül olaylarını yaşayan kişilerin çoğu yıllarca hiç ses çıkarmadılar. Yakın dönemde bu sessizlik bozulmaya başladı. M. Galip Baysan bu sessizliği bozanlardan biri. Baysan, bu hafta İlk Kurşun gazetesinde yayımlanan yazısına, “Kelimenin tam anlamıyla korkunç bir geceydi. Bu gün; şimdiye kadar artık çoğu Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan aile büyüklerimin dışında kimseye anlatmadığım o geceki yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istedim,” diyerek başlamış. Bakın Baysan neler anlatıyor.
Akşama doğru (...) eve doğru yönlenirken gazete satan çocukların “Selanik’teki Atamızın evini bombaladılar, Rumlar Atatürk’ün evini bombaladılar” çığlıkları ortalığı inletiyordu. Saraçhane’ye gelmek için bulvarı çıkarken biraz da Bulvar Pastanesi’ne uğrayıp arkadaşlarla sohbet ettik. Bu arada dışarıda önce küçük küçük sonra gittikçe büyüyen ve slogan atan grupların oluştuğunu fark ettik. (...) Edirnekapı tramvayını yakalamak için yola koyulduk. Edirnekapı’da dönemeçte tramvayı terk ettiğimiz zaman etraf sakindi ama Kariye Camii hizasına gelene kadar olan asfalt yolda her zamanki canlılık yoktu. Bu saatlerde Rum genç kızları ve erkekleri daha çok akordeon veya gitar müziği eşliğinde, gayet neşeli bir şekilde turlarken, yaşlılar kapılarının önünde oturur ve onları seyrederlerdi. Onların bu canlı ve neşeli halleri bizi hiç rahatsız etmezdi. Cadde boyunca yürürken ve onları seyrederken, gençleri biraz kıskansak da yine de mutlu olurduk. Ancak o akşam cadde bomboştu. Belli ki herkes evlerine çekilmiş, gelişmeleri izliyor olmalıydı.
(...) evimize birkaç yüz metre mesafedeki, lokal adını verdiğimiz Tekfur Sarayı’nın kahvesine doğru yollandık. Lokale girdiğimiz anda yaşlılar ve gençler etrafımızı aldı ve bizi soru yağmuruna tuttular. Ne olup bittiğini bilmiyorduk ama duyduğumuz iddiaları onlara anlattık. Hatırladığım kadarı ile yaşlılar da, gençler de bizi sever ve sayarlardı. Biz topluca sohbet ederken dışarıdan önce hafif sonra gittikçe güçlenen sesler gelmeye başladı. Galiba bir grup İğrikapı’dan-Tekfur Sarayı’na doğru bağır çağıra geliyordu.

Ciğersizler

Grup lokalin önünden geçerken bir adam kapıyı açtı ve “Rumlar Atamızın evini bombalamış, siz burada nasıl oturursunuz” diye bağırdı. Kahvedekiler gözlerini bana çevirdiler. Hepsi yıllarca birlikte yaşadığımız, sevdiğimiz saydığımız insanlardı. Onları olası bir belaya bulaştırmak istemedim, kapıda bekleyen adama gitmesini işaret ettim. Adam hepimize tiksinti ile baktı ve “ciğersizler” dedi ve gitti. Adamın ne söylediğini hiç kaale almadan yine oyunlarımıza daldık.
Biraz sonra yine sesler, yine sloganlar duymaya başladık. Bu grup daha kalabalık olmalıydı, kahvenin önünden geçerken birileri yine bizi kışkırtıp aralarına katılmamız için tahrik edici beyanlarda bulundu. Aynı sahne yine tekrarlandı, kahvedekilerin gözü bizdeydi, dışarıdakilere katılmak için adeta can atıyor, onları serbest bırakmamız için adeta gözleri ile yalvarıyorlardı.

Yıkın yıkın

Aradan fazla zaman geçmeden kapıdan koşarak bir çocuk girdi ve “Galip abi bir sürü insan Tekfur Sarayı’nda Rumları hırpalamağa başladı babam sizi haberdar etmemi istedi” deyince, “Komşularımızı yabancılara bırakamayız, bir şey yapmak gerekiyorsa bunu biz yaparız” diye bağırarak tavlayı kapadım ve hep birlikte kendimizi sokağa attık. Tekfur Sarayı’ndan Kariye Camii’ne doğru Rum evleri Ayvansaray’dan gelen grubun istilasına uğramış gibiydi. Kiliseye yakın evlerden birinin önünde yoğun bir kalabalık oluşmuştu ve evin içindeki insanlar telaşla ellerini kollarını sallıyor, çığlıklar atarak bir şeyler söylüyorlardı. Eve saldırı hazırlıkları önce camların atılan taşlarla kırılması ile başlamıştı. Arka taraflardan çok iyi tanıdığımız yakın bir mahalle büyüğü “Yıkın bu namussuzların evini, bunun babası bize Yunan bayrağını öptürmeden, Zito Venizelos! diye bağırtmadan yoldan geçirmezdi” diye bağırarak kalabalığı teşvik ediyordu. Ev sahibine “Bayrak as, bayrak as” diye bağırdım. Kalabalık arasındaki bizim çocuklar da bayrak as diye bağırınca evdekiler kendilerinin ve komşularının getirdiği bayraklarla evi donatınca bağırtılar kesildi ve kalabalık Kiliseye doğru ilerlemeye başladı.

Biz Türk’üz

Kalabalık gittikçe artınca adeta sürüklenerek Edirnekapı’ya geldik. Kilisenin etrafında çok yoğun bir kalabalık oluşmuştu. Millet içeri girmeğe çalışıyordu. Tramvay durağından Sur dibine doğru ilerlemeye başladık. O anda kapıdan ve Sulukule tarafından anormal diyebileceğim sayıdaki insan oluk gibi akmağa başladı. Bu grubun Balkan göçmenleri için yeni kurulmuş “Taşlı Tarla veya Yıldız Tabya’dan” geldikleri söyleniyordu. Bu insanlar Balkanlarda çok acı çekmiş, çok hakaret görmüşlerdi. Bazılarının elinde koca koca bıçaklar, falçatalar vardı. Tablo çok ürkütücüydü, mahallemizin gençleri dağılmış ve ikimiz yalnız kalmıştık. Arkadaşıma” Ben devlet memuruyum ( Kâğıthane’deki İstihkam Okulu öğrencisi bir teğmendim.) bu ortamda kalamam eve gidelim” dedim. Biz kale dibinden eve doğru ilerlerken kalabalık Kiliseye girmiş ve tahribat başlamıştı bile. Kalabalık çekirge sürüsü gibi sonraki evleri yıkarak, eşyaları parça parça ederek ilerliyordu.
Kiliseden sonraki 5. veya 6. evin hizasına geldiğimizde içerde hararetle tartışan insanlar gördük. (...) Orta yaşlı bir kadın ve iki çocuğu eve girdiğini tahmin ettiğim insanlara “biz Türk’üz, bizim Rumlukla alakamız yok,” diye yalvarıyorlardı. Kadın bizi görünce diğerlerini bırakıp bize yanaştı. “Biz Türk’üz” ifadesini bize de tekrarlayınca dayanamayıp “Neden böyle yapıyorsunuz, şiveniz sizin Rum olduğunuzu belirtiyor. Soydaşlarınız kötü bir gece yaşıyorken neden onlardan ayrılıyor, acılarını paylaşmıyor da mal derdine düşüyorsunuz. Bırakın bunları alın çocuklarınızı çıkın, canınızı kurtarın dedim.” Kadın, “Gidemem” dedi. “Neden?​” diye sorunca elimi tuttu ve beni merdivenlere doğru götürürken, “Kardeşim siz insan bir adama benziyorsunuz, bakın bütün mahalle burada” dedi. Merdivende sanki bir insan yığını vardı, yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk belki 20-30 kişi üst üste oturmuş, korku ile titreşiyorlardı. Atılan taşlarla zemin katın camları büyük bir şangırtı ile aşağı inerken, merdivendeki insanlar acı çığlıklar atmaya ve kendilerini sokağa atmak için kıpırdanmaya başladılar.

İnsanlığımdan utandım

Manzara beni ve arkadaşımı derinden yaralamıştı, o an insanlığımdan utandım ve sonra ne yaptımsa hepsi otomatik olarak gerçekleşti. Olayları iyi hatırlayamıyorum ama arkadaşımın söylediğine ve görenlerin anlattığına göre yerden kırılan camın çerçevesinin bir bölümünü sopa gibi elime alıp kapının önüne fırlamış ve kalabalığa, “Durun ulan ne yapıyorsunuz? diye bağırmışım. İşte o sahneyi çok iyi hatırlıyorum, Edirnekapı Camii’ne kadarki o geniş alanda tıklım tıklım yığılmış binlerce insan. Onlara “Burası Türk evi, Rum evi istiyorsanız işte karşıda diye bağırarak karşıdaki evlerden birini göstermişim. Kalabalık kısa bir an beni süzmüş sonra gösterdiğim eve yönelmişler. İlk darbeyi atlatmak yeterli değildi, arkadan gelen esas soyguncu takımına karşı dikkatli olmak gerekiyordu. Ben ve yiğit arkadaşım elimizde sopa saatlerce bu yağmacılarla uğraştık ve evdekilerin zarar görmesini önledik.

Komşuların ne durumda!

Bir süre sonra bir grup genç yanımıza yaklaştı, içlerinden biri “ Açık konuşalım abi, içeride bir sevgiliniz mi var?​” diye sordu. “Ne sevgilisi?​” diye sordum. “ O zaman neden burası Rum evi olduğu halde Türk evi dediniz? Milleti kandırdınız, biz bu evin kimin evi olduğunu çok iyi biliyoruz” dediler. Vaziyet ciddileşiyor ve beklenmedik tatsız bir hal alıyordu. “Nerden biliyorsunuz?​” diye sorunca, büyük bir kasıntıyla “Biz bu mahallenin çocuğuyuz” dediler. Bunu duyunca elinden tuttuğum gibi onu merdiven başına götürdüm. “O zaman komşularının ne durumda olduğunu gör. O kalabalık, o gözü dönmüş insanlar bu eve girseydi neler olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?​” diye bağırdım. Yanımıza diğer arkadaşları da gelmişti onlarda manzarayı görünce donup kaldılar. Başka bir şey söylememize gerek kalmadı, “Haklısın abi,” dediler ve onlar da ellerine geçirdikleri sopa benzeri şeylerle yanımızda yer aldılar. O gece ilk defa biraz rahatlamıştık. Gece yarısına doğru sıkıyönetim ilan edildiği bildirildi ve ufukta askerler görünmeye başladı.

Bizi bırakmayın!

Askerler gelince biz ev sahibinden izin istedik, ailemiz merak eder dedik ama ev sahibi artık sakinleşmiş olan diğer arkadaşlarına gitmek istediğimizi söyledikleri zaman yine bir itiraz dalgası yükseldi ve bir yaşlı kadın her ikimizin elinden tutarak” Tek güvenimiz sizsiniz, başka kimseye güvenemeyiz, bizi bırakmayın” diyerek kalmamızı istedi. İki arkadaş duygulanmıştık, gözlerimiz dolmuştu. Yaşlı kadına üzülmemesini, bize izin vermediği sürece gidemeyeceğimizi söyleyerek sessizce bir kenara çekildik. Çünkü o ana kadar sağda solda, özellikle mezarlıklarda ve maşatlıkta saklanmış olan Rumlar gece yarısından sonra yavaş yavaş ortaya çıkmaya ve çevredeki tek sağlam ev olarak kalan bulunduğumuz eve doğru yaklaşmaya başladılar. Onlara yardım etmek istedikçe onların bizden korktuğunu ve eve bile girmekten çekindiklerini görünce, evdekilerin selameti için bir odaya çekildik.

Artık Rumlar yok

O geceden sonraki 4–5 yıl içinde Rumlar Edirnekapı ve galiba bütün İstanbul’u boşalttılar ve Yunanistan’a göç ettiler. (..) İstanbul’a en son 20 sene kadar önce ablamın cenazesi için gittiğimde Edirnekapı ve çevresini son defa görme imkanı buldum. Artık Yorgolar, Yaniler, Koçolar, Eleniler, akerdeon veya gitar çalan gençler, müzik, ses ve hareket yoktu. Galiba Edirnekapı, Fener, Balat, Mollaaşkı, Sulukule, Tekfur Sarayı gibi semtler sesleri ile birlikte renklerini de kaybetmiş gibiydiler. İstanbul artık benim de sevgili şehrim olmaktan çıkmış, başkalarının şehri olmuştu.

6-7 Eylül ve çocuklar

6-7 Eylül’ün çok az bilinen yönlerinden biri, çocukların yaşadıkları. Gelecek yazımda 6-7 Eylül’de çocuklar neler yaşadı ele alacağım. O günlerde Rum olsun olmasın bütün çocukların yaşadıklarını mutlaka bilmek ve anlatmak gerekiyor. 6-7 Eylül, Maraş ve diğer “toplumsal olaylar” ile günümüzde görülen linç girişimlerinin ve bunların “vatandaş tepkisi” olarak adlandırılması arasındaki bağlantılar aydınlatılmalı ki, çocuklar için Türkiye yaşanılabilir bir ülke olabilsin.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et