8 Eylül 2012

Acımız var diye, ara mı verelim?

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Acımız var diye ara mı verelim?​” diyor ya Afyon Valisi; haklı galiba. Acımız hiç bitmiyor ki bu topraklarda... Ölüm bütün halleri ve ihtimalleriyle sızmış haber bültenlerimize... Her anımıza...
Asker, işçi, genç, polis, kadın, gerilla, mülteci, çocuk... Mahşerin dört atlısından biri olan “ölüm”, her haliyle her anımızda... Oysa, Şair Yılmaz Odabaşı’nın ustaca özetlediği gibi “Ve andolsun ki hiçbir kurşun, hiçbir çelik, hiçbir toprak ve hiçbir vatan daha kutsal değildir insandan!”
Geçin efendim, kurşunu, vatanı, toprağı... “Zamanın ruhu” o kadar sıradanlaştırdı ki ölümü; 25 genç ölümünün ardından pekala sucuktan lokumdan söz edebiliyor Sayın Vali! Özrü kabahatinden büyük, farkında değil: “Genelkurmay Başkanı gibi popüler bir isim gelmiş. Küçük maddi değeri olmayan bir hediye verdik. Genelkurmay Başkanımız çevresi olan bir insan. Bir yere o kilimi koysa, biri de ‘Nereden aldınız’ diye sorup Afyon’a gelip satın alsa fakir insanlar nasiplenecek. Emrivaki yapıp eline tutuşturmuşuz. Hayır mı diyecekti. Hayat devam ediyor. Bir acımız varken buna ara mı verelim?​”
“Üç beş Mehmet öldü diye...” cümlesini kurarsa Ankara’nın tepesi, Afyon’daki valisi ne yapsın? Hem zaten, “keder”lenseler, “acı”yı hissetseler ne olacak ki? Acısını nasıl yaşayacağını, yasını nasıl tutacağını bilemeyen bir toplum olmadık mı?
Bileni de susturuyorlar işte... “Oğlum benim vatanımdı” diyen annenin sesi kısılıyor, “Neden?​” diye soran herkesin ağzına tıkılıyor yası...
“Şehitlik” en kutsal mertebe ya hesapta; “şehit”in cenazesi bile skandal oluyor bu ülkede... Ölüme gönderirken dinini, inancını, milletini sormayanlar; cenazelerde “aşk”a geliyor. “Medeniyetler Buluşması” diye yedi düvelin dini ile barışanlar, barıştığını ilan edenler; Papa cami gezince mest olanlar, Katedral koridorlarında poz verenler; “cemevi”nin sokağından geçmekten kaçar halde...
20 yaşında genci Beytüşşebap’a göndermesini bilen “devlet-i ali”nin yerel zevatı, haritada yerini gösteremeyeceği yerlerde ölmüş gencin bedeni başında “mezhepçilik” yapmaktan çekinmiyor. Hadi halktan korkuları yok, utanmaları da yok; “takva”dan da eser yok, “Allah korkuları” da kalmamış gibi davranıyorlar. “En ulu mertebe” edebiyatı yapıp, acılı ailelere neredeyse “sevinin, oğlunuz cennete gidecek” diye akıl verenler, haç görmüş vampir gibi kalıyor cemevi kapısında... AKP’li vekiller ve garnizon komutanı başta olmak üzere “devletin adamları”, cemevindeki törene katılmadıkları yetmezmiş gibi, daha da vahim bir “garabet”e imza atıyorlar. Alevi inanışındaki bir insana, Sünni inanışına göre resmi tören düzenleniyor; “Cemevi ibadethane değil” diyenler meydanın ortasında Sünni inanışına göre cenaze namazında saf tutuyor.
Aslında bir iki yetkili değil, “devlet”, beğenmediği dini inancı aşağılıyor; kendi inancıyla karar verip, onun adına namaz kılıyor! Ve bu ilk değil. Anlık bir “boş bulunma hali” değil... Foça’da ölen erin ailesine de, istemedikleri halde, “Devlet töreni yapılacak, camiye götürmeye mecburuz” denilmemiş miydi? 20 yaşında gençleri ölüme gönderen savaşın kaynağında da benzer bir “ayrımcılık” yok mu zaten?
“Acımız var diye ara mı verelim?​” diyen Afyon Valisi haksız sayılmaz dememiz bu yüzden. Hükümetin temsilcileri, askerin temsilcileri, cenazenin kutsallığında bile ara vermiyorlar “mezhep” tartışmasına... Sucuk, lokum kaygısı 7 kere zemzem ile yıkanmış sayılır, “Cenazesine camide zorla namaz kılınan Alevi genci” trajedileri orta yerde dururken...
Yılmaz Odabaşı’nın dizesinin tersi yürürlükte bu topraklarda; kurşun da, çelik de, toprak da, vatan da daha kutsal insan canından... Hatta, mezhepçilik de, ırkçılık da, ayrımcılık da öyle... Hatta patronun üç kuruş kârı ya da kocanın “erkeklik gururu” daha kutsal insandan...
En ucuzu insan canı bu devirde... Nâzım Hikmet’in “23 sentlik asker” diye insana biçilen değeri anlattığı günlerden bile daha vahim bu “zamanın ruhu”...
İnsanlık tarihi boyunca neredeyse tüm dinlerin, inançların, felsefelerin “kutsal” saydığı insan hayatı, “Üç beş Mehmet”, “Hindistan’da da oldu”, “Takdir-i ilahi”, “Güzel öldüler” gibi sözlerle ayaklar altına alınıyor bu ülkede...
Ve ne yazık ki, “vatan” ve “din” gibi kutsal sayılan değerler, tüm bu trajediyi örtmek için kullanılıyor hâlâ... 25 asker nedeni bile bilinmeyen bir trajedinin kurbanı; Anadolu’nun dört bir yanında bayraklar yükseliyor hemen... Yetkili, apoletli büyükler de; İnternet’te klavye başında vatan kurtaran “bordo klavyeliler” de başlıyorlar hemen, “Sevinin aileler, çocuklarınız cennete gidiyor”, “Niye üzülüyorsunuz şehitlik en yüksek mertebe”...
Yetmiyor, yetemiyor... Ne bayrak, ne din... Ne “öbür dünya”ya dair verilen büyük vaatler yetmiyor bu dünyanın kirini pasını örtmeye...
Suçlu ortada ve çok açık. 25 askeri “kazara” ölürken de, Akdeniz sularında mültecilerin bedeninde insanlık can verirken de, gencecik bedenler katır sırtında taşınırken de, on binlerce hayatı karartırken de şu lanet olası savaş... Suçlu aynı!
“Öldürmeyeceksin!” diyor bin yıllardır insanlık... Ve ölüyor bin yıllardır... Öldürüyor da... İnsanın insan olabilmekle ilgili kavgası bu biraz da... İnsanı her şeyden kutsal saymayı başardığında kazanacak bu kavgayı...
Acısını içimize atarak, içimizde bir yerleri kanatarak, çürüterek yaşıyoruz bunca yıldır. Travma bu... Tek tek hepimizde ve koca bir halkın böğründe bir travma... Ölüme alışma travması, ölüm karşısında “duygu”yu kaybetme travması... Düşman saydığı öldüğünde “oh olsun” deme travması... Askerden bir fazla PKK’li öldüğünde “yüreğini soğutabilme” travması... Her ölümde, “Daha fazla ölüm” diye bağırabilme ve her nasılsa buna inanacak milyonları peşinden sürükleyebilme travması...
Genelkurmay “284 bin 550 adet el bombası...” diye başlayan “çok kesin” açıklamalar yapar; ağzı olan bir kompo teorisi atıverir ortaya... “Ölen askerlerin geçmişi araştırılıyor” haberleri yapılır hiç utanmadan... Antep’te bombalı eylemin ortasında sarhoşun birini çıkarıp nutuk çektirir de canlı yayınlar, “Üç günlük askeri oraya nasıl gönderirsiniz...”diyen asker babası konuşamaz.  Susturulur hemen. Haberlerin nasıl gizleneceği canlı yayında konuşulur da, çözüm konuşulamaz... Kan akar stüdyolardan...
Şüphe yok; Vali haklı! “Acımız var diye, ara mı verelim”; bütün bunlara... Acı bu toprakların mayası olmuş artık. Neresini tutsan dökülüyor... Ayar tutmaz artık.
Nâzım usta demiş ya; “Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına / Çürüyen diş, dökülen et / bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler”... İnsanlık için başka ihtimal yok, başka kurtuluş reçetesi de...
İnsanlık kazanacaksa, önce insanlığını kazanacak. Muhtaç olduğumuz kudret, Anadolu’nun toprağına yüzlerce yıldır akıtılan al kanlarımızda gizli... Ve “Kanı kanla yıkamazlar, suyla yıkarlar” diyen Anadolu halklarının sesinde, sözünde...
Yineleyelim; “Ve andolsun ki hiçbir kurşun, hiçbir çelik, hiçbir toprak ve hiçbir vatan daha kutsal değildir insandan!”

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et