10 Eylül 2012

Sistemin Açmazları

Teknolojinin her alanda gün be gün yenilendiği, baş döndürücü gelişmelerin insanı çepçevre kuşattığı kalabalık bir gezegende yaşıyoruz. Doğada her şeyin, her nesnenin obur bir iştahla tüketildiği bu zorlu çağda sistem insanı da öğütüyor, aynılaştırıyor, hızla tüketiyor. Georg Orwel’in 1984 romanındaki Büyük Biraderi anımsatırcasına, özel yaşamında da gözetlenen, denetlenen duygularını, duyarlılıklarını yitirmiş robotlara dönüştürülmeye çalışılıyor insanlık. Sisteme karşı koyanların, sorgulayan, irdeleyen bireylerin kalabalıklar içinde sürdürdükleri  yalnızlıklarsa giderek daha da büyüyor. Sevmek sevilmek, incinmek incitmemek, dostluk, aşk, paylaşım, hoşgörü, özveri gibi kavramlar çoktandır insan yaşantılarından birer birer çıkıp gidiyor. John Berger bu gidişatı daha da somutlaştırıyor bir yazısında:
“…Günümüzde her yanda bol miktarda imge var. Daha önce hiç bu kadar çok şey incelenip  seyredilmemişti. Her an, gezegenin ya da ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz atabiliyoruz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor. Ancak bununla masum bir şey değişti. Eskiden görüntüler elle tutulur gövdelere ait olduklarından bunlara fiziksel görüntü derdik. Şimdi her şey uçucu. Teknolojik yenilikler görüneni var olandan ayırmayı kolaylaştırdı. Ve bu tam da yürürlükteki sistemin efsanesinin sürekli olarak sömürmesi  gereken şey. Görünümleri kırılmalara dönüştürüyor, bir serap gibi: Işık değil iştah, aslında tek bir iştahın kırılmaları, hep daha fazlasını isteyen iştahın.*”    
Gezegeni sarmalayan devasa iletişim akışının hızı ve sunumu okuyan/izleyen kitlede kolayca önüne geçilemeyen bir kafa karışıklığı yaratıyor. Ezberi aşmış, haberin, görüntünün ardındaki doğruyu seçebilecek düzeyde bireylere gereksinimi var toplumların. Galiba en çok da üzerinde yaşadığımız coğrafyada bizlerin… Sistemin tuzağına düşmemek için; dayatılan ezberleri bozmak, sürüden olmayı reddetmek, her durumda barışın dilini konuşabilmek ama  asla insana, insanlığa karşı işlenen cinayetleri, zulümleri de unutmamak gerekiyor. Sistemin açmazları ne denli zorlu olsa da umudu yeşertmenin yolları bulunmalı. Geleceğe daha sağlıklı, daha donanımlı gençler bırakabilmenin, onlara doğruları anlatabilmenin de yolunu keşfetmeliyiz artık. Sanat bu açıdan bir güç kaynağı olabilir gençlere. John Berger de resim yapmanın sisteme karşı bir direniş eylemi olduğunu savunur mesela. Neden olmasın. Şiir, müzik, yontu edebiyat, tiyatro, sinema insanın yaratıcılığını en güçlü biçimde  duyuran, kitleleri etkileyen çalışmalar değil midir? Sistemin zorbalığına baskılarına karşı somut bir eylem sayılmaz mı insan beyninden fışkıran ve fışkıracak olan nice değerli yapıt? O halde umutsuz olmaya da hakkımız yok diyelim ve alışageldiğimiz üzere yazıyı bir şiirle sonlayalım. 28 Ağustos 2008 yılında yitirdiğimiz şair, ressam İlhan Berk’ten bir şiir:

Otağ

Sevgilim işte Eylül
ve işte senin usul usul seğiren yüzün  
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri anlatmak gibidir,
Biz ki zamanı tırnak içine alarak yaşadık
İsteğin bulanık kıyısında.
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.

* John Berger’in   Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar (Metis yayınları çev: Bülent Somay) kitabından  alıntılanmıştır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et