Özgüvenini yitirmişlerin hezeyanları!
Fotoğraf: Envato
Dün, birinci sınıfa başlayacak 60- 66 aylık çocukların da içinde bulunduğu 2 milyon 313 bin 888 çocuk için okullar açıldı.
Her halde bu açılış, son yılların eğitimde en tartışmalı açılışıdır.
Çünkü uzmanlar, eğitimciler 60-66 aylık çocukların okula başlatılmasının sakıncalarında ısrar ederken, eğitimin böyle apar topar bir kararla 4+4+4 sistemine dönüştürülmesini eleştiriyorlar.
Milli Eğitim Bakanı ve AKP sözcüleri, 4+4+4’e yönelik çocukların algılamaları, öğrenme yeteneklerinin düzeyi, sınıfların durumu, farklı yaşta ve geçen yıl okul öncesi eğitime gidenlerle gitmeyen çocukların aynı sıralarda olmalarının getireceği pedagojik-psikolojik nedenler, ... gibi tamamen teknik ve pedagojiye dair eleştirileri “ideolojik” olarak niteleyerek, “laikçilik”, “ihanet” gibi ideolojik yanıtlar veriyorlar. Dün gazetemizdeki köşesinde İzzettin Önder hocamız Milli Eğitim Bakanı’nın “ideolojik eleştiri” iddiasına ayrıntılı bir yanıt verdi. Ancak AKP Hükümeti ve onun sözcüleri sadece eğitimde değil hangi konuda eleştirilirlerse eleştirilsinler derhal, “ideolojik” bir mevziden yanıt veriyorlar.
-Hükümetin Suriye politikasını mı eleştiriyorsunuz; yanıt hazırdır: “Siz Baasçısınız, Alevi mezhebinden yana olduğunuz için Esad rejimini destekliyorsunuz, terör örgütünü değirmenine su taşıyorsunuz!”
kHükümetin Kürt sorununun çözümüne dair girişimlerini mi eleştiriyorsunuz, başka bir yol izlenmesini, barışçıl yöntemlerle bir çözüm mü tartışılsın mı istiyorsunuz; yanıtı yine hazır: “Siz Kandil’in uzantısı, terör örgütünün destekçisisiniz!”
-Uludere’de ne oldu, katliamın sorumlusu kim; Suriye karasularında düşen uçak neden düştü elde edilen bulgular açıklanmalıdır” mı diyorsunuz; “Siz hem terör örgütünün yandaşı hem de Basçısınız!”
-Afyon’da cephaneliğin patlamasında, “hangi yanlışlar yapıldığı için bu patlama olmuş”u mu sorguluyorsunuz, “25 erin hayatını niçin ve nasıl kaybettiğini” mi sorup, buradaki yetkililerin herkesin gözü önündeki açık aymazlıklarını mı eleştiriyorsunuz,... yine yanıt hazırdır: “Siz eğer eski askerseniz ‘geldiğiniz ocağa ihanet içindesiniz” eğer gazeteci ya da muhalif politikacıysanız ‘en hafif deyimle alçak’sınız!”
-Daha basiti, “Mynmar’da Dışişleri Bakanının ne işi var?” diye mi soruyorsunuz; “Siz insanlıktan nasibin almamış, bir gazetede çalıştırılmaya bile değmeyecek bir sefilsiniz ve patronunuz sizi derhal işten atması geren bir zatsınız!”
-Cezaevlerinde gazeteciler var, yüze yakın gazeteci gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklu mu diyorsunuz, kimse inanmasa da yanıtı yüz kere verilmiştir: “Onlar terör örgütünün uzantıları ve yardımcıları ile tacizci ve tecavüzcüdürler. Bizde tutuklu gazeteci yoktur!”
-Sel yatağına bina yapan TOKİ’yi eleştirenler “vicdansızlar”, Kentsel dönüşüme karşı çıkanlar “rantçılar, vatan hainleri”, sağlık politikalarını eleştirenler “halk düşmanı”, her yüksek tepeye cami yapılmasın karşı çıkanlar, “din düşmanı”, ...
Bu sorular ve yanıtları çoğaltılabilir.
Denebilir ki bugün AKP Hükümetinin hangi icraatını eleştirirseniz eleştirin “Baasçı”, “terör örgütü yanlısı”, “mezhep ayırımcılığı”, “Esat yandaşı”, “hain”, alçak”,... gibi eleştiriyle doğrudan hiç bir ilgisi olmayan ama hakaretle karışık bir “ideolojik yanıt” vermek artık İçişleri Bakanından Başbakana, AKP sözcülerinden yandaş basın mensuplarına kadar o cephe için genel bir tutum hatta bir alışkanlık haline gelmiştir.
Açıktır ki, hükümetleri eleştirinin demokrasin ayrılmaz bir parçası olduğu ülkelerde, kendisine yönelik eleştirilere hükümetlerin böyle “alçaklık”, “düşmanlık”, “terör örgütü yandaşı” gibi yanıtlar vermesi, görülmüş bir şey değildir. Tersine bu tutum ancak 12 Eylül gibi cunta dönemlerinde ya da tek adam ya da oligarşik diktatörlüklerinin açık ya da örtülü hüküm sürdüğü ülkelerde ortay çıkan bir tarzdır. Ve genellikle de hükümetlerin artık eleştirilere ikna edici yanıtlar veremediği dönemlerde, böyle bütüncül, muhalifleri düşman ilan eden bir tarz egemen hale gelir.
AKP Hükümeti de, arkasındaki yüzde 50’lere varan oy desteğine karşın bu gün özgüveni yitirmiş, icraatlarına yönelik eleştirilere ikna edici yanıtlar verme gücünü tüketmiş bir hükümet olarak, karşısındakileri hakaret ve karalamayla sindirmeye çalışan bir despotik yönetimi başlıca tarz edinmiştir. BDP’liler vekillerin dokunulmazlığını kaldırma girişimi de bu girilen yolun gerekliliği olarak ortaya çıkmıştır.
Hükümetin eleştiriler karşısındaki “hezeyan” durumu, güçlülükten değil büyük sorunlar karşısında düştüğü çaresizliğin ifadesidir. Ve süreç bu tartışma ortamının daha da sertleşeceğinin işaretlerini vermektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00