Düşünce ve basın özgürlüğü ‘emniyet’te!
Bugün 12 Eylül ve 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden tam 32 yıl geçmesine rağmen, aynı zihniyetin devletin kurumlarında, reflekslerinde ve hafızasında devam ettiğini görüyoruz.
Bunun önemli göstergelerinden biri, dün gazetelere de yansıyan, 453 kitap ve 645 yayının hâlâ kelepçeli olduğunu gösteren haber. Ankara Emniyet Müdürlüğü, “3. Yargı Paketi”ndeki düzenleme doğrultusunda, 31 Aralık 2011’e kadar, Ankara mahkemeleri veya Bakanlar Kurulu kararıyla hakkında toplatma, yasaklama, dağıtım ve satışın engellenmesi kararı bulunan yayınların listesini, yasaklama kararının değerlendirilmesi amacıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Hakkında toplatma kararı verilen 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankartın yer aldığı liste, piyasada satılan Nâzım Hikmet, Karl Marx, Lenin, İsmail Beşikçi ve Aziz Nesin’in de arasında bulunduğu birçok yazarın kitapları üzerinde yıllardır yasak kararı bulunduğunu ortaya çıkardı.
Ancak Emniyet sadece yasaklı gözüken yayınları listelemekle kalmıyor, bazı kitap ve yayınların üzerindeki yasak kararlarının sürmesini de tavsiye ediyor.
Listenin üst yazısında, Güvenlik Şube Müdürlüğünün koordinesinde İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüklerinin katılımıyla komisyon kurulduğu belirtiliyor ve Komisyon, 67 kitap ile 16 gazete ve dergi üzerindeki yasak kararının devam etmesi gerektiği yönündeki görüşünü de başsavcılığa iletiyor.
Emniyetin yasak kararının sürmesini istediği kitaplar arasında Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından 164 yıl önce yazılan Komünist Manifesto da bulunuyor. Yani duvarlar yıkılmış olsa da, komünizmin bittiği iddia edilse de, ‘tarihin sonu’ndan bahsedilse de, ‘komünizm hayaleti’ Emniyetin korkulu rüyası olmayı sürdürüyor. Demek ki, komünizm hâlâ onların korkularında yaşıyor ve savaşıyor. Buna ek olarak, İsmail Beşikçi, Mahir Çayan, Abdullah Öcalan ve Ali Şeriati’nin kitapları da bulunuyor.
Bu 12 Eylüle dikkat çekmemiz gereken diğer bir önemli noktada, Türkiye tarihinin en kitlesel gazeteci yargılamasının -bir yandan 12 Eylül yargılamaları sürerken- gerçekleşiyor oluşudur. 20 Aralık günü gözaltına alınan ve 36’sı tutuklu olarak yargılanan 44 gazetecinin davasının Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde görülen duruşmalarının bugün 3. günü. Duruşmalara yarın ara verilecek ve aynı salonda cuma günü de Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de ‘sanıkları’ arasında bulunduğu odatv duruşması görülecek.
Her iki davada da, yani KCK gazeteciler iddianamesinde de, odatv duruşmasının iddianamesinde de polisin ciddi bir rolü var. Her iki iddianame de, telefon dinlemelerinden, onların dosyaya monte edilme biçimlerine, varlıkları bile meçhul ‘gizli tanık’ ifadelerinden, habercilik faaliyetinin ‘terör örgütü yönetici ve üyeliği’ için delil gösterilmesine kadar bir dizi temel unsur gösteriyor ki, aslında karşımızda hukuksal zemine oturtulmuş iddianamelerden ziyade polis fezlekeleri var.
Dolayısıyla kitap yasaklarının devamını önermesi nedeniyle bizi, ‘düşünce özgürlüğü emniyette’ diye düşündürten polis teşkilatı, süren gazeteci davalarıyla da basın özgürlüğünün ‘emniyet’te (!) olduğunu bize göstermiş oluyor.
Ancak bunu söylerken, Türkiye’de baskı ve sansür politikalarının 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile başlamadığını, cumhuriyet tarihimizin de öncesinden devralınan baskı politikalarının, 12 Eylülde, bütün uluslararası bağlamı ile birlikte güncellenmiş olduğunu hatırlamalıyız. Aynı şekilde Emniyet bugün düşünce, basın, ifade ve örgütlenme özgürlüğü konusundaki ‘hassasiyetlerinin’ de -arada bir çatışma hali de olsa- hem iktidar partisinin hem de malum cemaatin tercihleriyle belirlendiğini görmeliyiz.
Başbakan Erdoğan’ın BDP’yle ilgili “Biz de yargıya gerekenleri söyledik” sözlerinin, “Hiçbir organ veya makamın yargıya emir ve talimat veremeyeceğini, telkin veya tavsiyede bulunamayacağını” net bir biçimde düzenleyen Anayasanın 153. maddesine aykırı olduğu biliniyor. Ve Emniyetin İçişleri Bakanlığına bağlı olduğu düşünüldüğünde, siyasi iktidar, hem yargı, hem de polis boyutuyla, zaten sınırları iyiden iyiye daralmış olan demokrasimize kendi siyasi tercihleri açısından “çift dikiş” atıyor demektir.
Öte yandan Fethullah Gülen’in 12 Eylül cuntasına verdiği destek ve sunduğu hizmet de, sadece arşivlerde değil, hafızalarda da tazeliğini koruyor. Cemaat, bugün de görünürdeki 12 Eylül yargılamasına rağmen, 12 Eylüle ruhunu veren hakim sınıf politikalarının bir tamamlayanı olarak davranmayı, devlet kurumlarını bu açıdan tahkim etmeyi sürdürüyor.
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Ekmek ve hürriyet kavgası!](https://www.evrensel.net/upload/dosya/284534.jpg)
Ekmek ve hürriyet kavgası!
Antep’teki işçi eylemlerine yönelik yasaklar, Türkiye’nin bir süredir sıklıkla gündemine gelen hukuki ve siyasal baskıların neyi amaçladığını da daha net gösterdi. Kayyımlar, soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalar, Saray’a verilen olağanüstü yetkiler, basına ve gazetecilere yönelik baskılar, halkın üstüne çöken ekonomi programına ve tek adam yönetiminin siyasal baskılarına karşı yükselen itirazı bastırmak için…
Evrensel'i Takip Et