Kocaman kocaman adamlar meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Bir zamanlar devlet babamızın kesesinden her ay başında “Para peşin kırmızı meşin” misali “maaş”larını alan polisler, emniyet müdürleri, kaymakamlar, valiler, kısacası irili ufaklı bilumum “bürokrat” ve sıradan “memur” tayfasının “görev”leri esnasında yeterince “performans” göstermediklerinde, “amir”leri tarafından “sicil”lerine düşülen “eksi”,”nakız” puan alanların yanı sıra, keza hali-ahvali, gidişatı şu veya bu nedenle “terfi” etmelerine müsait görülmeyenlerin, tıpkı atalarımızın buyurduğu “Gözden ırak, gönülden ırak” deyimi mucibince, misakımızın milli sınırları dahilindeki Güney veya Doğu Anadolu semalarına, bir bakıma “sürgün” yeri niteliğindeki bu diyarlara postalandıkları malum!
Derelerin altından akıp giden sular misali devranın dönüp dolaşıp nihayetinde gelip günümüze tosladığı şu zaman diliminde, yani eskiden, yani vakti zamanında “sürgünler diyarı”na dönüşen bu yörelere, şimdilerde atanan, atanması planlanan bilumum asker-sivil bürokratlar, valiler, emniyet amirleri hem işlerinin ehli, hem de daha önceleri bulundukları yerlerde “vazife”lerini yaparken her bakımdan üstün performans sergileyenlerin içinden özenle, cumbızla seçiliyor…
Seçiliyor, çünkü yıllar yılı aynı nato kafa, aynı mermer zihniyetiyle uygulanan “milli” politikalar yüzünden ülkenin bu bölgeleriyle, buralarda yaşayan “vatandaş”ların çoğunluğu “üvey evlat” muamelesine tabi tutulup, ya da tam da şairin “Gitmesek de gelmesek de, o köy bizim köyümüzdür” dizelerindeki gibi uzaktan uzağa izlenirken, daha sonraları buralardaki dağlarda başlayıp ardından da yıllardan beri sürüp giden çatışmalarla önce düşük, sonra yoğun derken, nihayet bir nevi “savaş” alanına dönen memleketin gidişatı, hal ve ahvali, sonu belli olmayan bir “mecra”ya doğru yelken açınca, dahası da senelerden beri gelmiş geçmiş bilumum “yetkili zevat”ın sabah-akşam attıkları “birlik, bütünlük” nutuklarının da gari kabak tadından öteye gitmediği de ayan beyan ortada sırıtırken, bu kez belki “çare”, belki “ilaç”olur babında yurdun genelinden buralara tayinleri çıkarılan birinci sınıf , işini bilen “ehli eller”e, dolayısıyla da onların çikolata, şeker, lolitop, plastik top dağıtarak öncelikle “taş” atan çocukların gönüllerinin kazanılmasına yönelik icraatlarına umut bağlandı nitekim…
Nitekim ülkedeki bu “kaos” ortamının ucu zaten bal gibi ortadayken, bu saatten sonra bucağı acaba nereye varır, memleketin neredeyse her tarafına giderek yayılan bu “kördüğüm” nasıl çözülür, yurdun sağında solunda her geçen günle birlikte sayıları çığ gibi büyüyen, “akil adamlar” mı sihirli değnekleriyle çözüm bulur, yoksa “milletin yüce meclisi”nde sürüp giden bol küfürlü lafazanlıklar eşliğinde vurdulu-kırdılı bu “düello”lar, belki de günün birinde “aklın yolu birdir” tekerlemesiyle ister istemez eninde sonunda gerçek anlamıyla bir “diyalog”a mı dönüşür, bütün bunların sonucunda el bebek, gül bebek yeni bir “anayasa” ya miletçe “cee!” deyip gözlerimizi nurlu ufuklara mı dikeriz, hatta analarımızın gözyaşlarıyla, gençlerimizin kanlarıyla yoğrulmuş bu topraklarda Kürt’üyle, Türk’üyle, Laz’ı, Çerkes’i, Alevi’si, Müslüman’ı, gavuru falan feşmekanıyla, ehh bittabi ki aynı zamanda Ermeni dölleriyle de hep beraber yan yana, diz dize, göz göze divanlarda, sedirlerde, tahtlarda, hasır kürsülerde pantolon ya da şalvarlarımızla, külah veya takkelerimizle karşılıklı oturup, badem veya kaytan bıyıklarımızı burup, siyah, kırlaşmış, ak sakallarımızı sıvazlayıp, kimilerimiz ince doksan dokuzluk, kimilerimiz kehribar sarısı iri taneli tespihlerimizi şakırdatıp, ülkenin gidişatıyla ilgili derin sohbetler eşliğinde içtiğimiz demli, taze çayların renginin “tavşan kanı”nı andırdığını birbirimizin kulağına leyifle fısıldayıp, hemen akabinde de mazideki “hata”larımız, yani benim dilim, senin dinin, berikinin bilmem nesi yüzünden, ülkemizin dağlarında, bayırlarında “kardeşçe” boğuşan gençlerimizin kanlarının bedelini kocaman kocaman adamlar olarak nasıl ödeyeceğimizi, bunu gerçekten de ödeyebileceğimizi içtenlikle düşünüp, sonra da aynalara bakıp kendi payımıza düşen “günah”larımızın affı için el açıp Allah’a yalvarır mıyız bilemem Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30