15 Eylül 2012

Tecavüz tümörü, teşhis, tedavi...

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Tecavüz tümörü! Şebnem Korur Fincancı’nın Evrensel’de geçen hafta yazdığı yazının başlığıydı bu. Yazının hemen başlangıcındaki “Tecavüz, kadın bedeninde iktidar alıştırmaları. Tecavüzün sağlaması erkek iktidarının rıza sanrıları. Sanrılı bozukluktan muzdarip iktidar azmanları. Rahim tahliyesi yerine cezaevi tahliyeleri. Çaresiz (!) kadının karnında büyüyen tecavüz tümörüne çaresiz (!) insanlık...” cümleleriyle, memlekete konuşmuş bir teşhis bu!
Hem adli tıp uzmanı bir profesörün “mesleki teşhisi”, hem de bir kadının, bir insanın teşhisi...
“15 yaşında bir çocuğun yüreğinde, beyninde büyüyen tümör” ile ilgili değil bu teşhis sadece... Hangi yana dönseniz, hangi kente baksanız, kimle açıkça sohbet edebilseniz; görebileceğiniz, hissedebileceğiniz bir tümör!
Fethiye, Sakarya, Siirt, Samsun, Çanakkale, Edirne... Edirne’den Ardahan’a... Üzerinde bayrak dalgalanan her karış toprak parçasında... Evde, sokakta, köyde, şehirde, okulda, hastanede...
Büyüyor, irileşiyor, sarıyor bütün memleketi... Unutun efendim; “Türk aile gelenekleri”, “örf adet”, “genel ahlak kuralları” gibi basmakalıp ezberleri... “Tecavüz” yaygınlaştıkça buzdağının görünen yüzü de büyüyor. Hâlâ suyun altında kocaman bir buzdağı var, yine de... Çocuklardan, hele de engelli küçücük bedenlerden bahis açmaya yürek dayanmaz zaten...
Ve daha da vahimi utanmazca bir pişkinlik... Meşruiyet bu! Yetkili ağızlar konuştukça, sadece çirkinlikleri açığa çıkmıyor, Pandora’nın Kutusu’nu da açıyorlar, bütün çirkinlikleri dağıtmak üzere dört bir yana...
Düne göre daha “açık” konuşabilmek güzel; kadınların düne göre daha rahat “adli merci”lere ulaşabilmesi iyi... Yardım eli uzatanların çokluğu olumlu... Medyanın “görece” duyarlılığı da... Haberlerde ve hatta dizilerde tecavüz gerçeği artık daha görünür. Yeter mi?
Doğru, düne göre daha yoğun konuşuyoruz. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. “Karşı taraf” da daha rahat konuşuyor...
“Utanmak” diye bir şey vardı eskilerde; “ar” bir bulmaca sorusu olmanın ötesindeydi. Böylesi aşağılık bir suça karışanı “acılı günler” beklerdi, cezaevinde bile... Ailesi de utanırdı! Kendi eşlerinin, çocuklarının, annelerinin babalarının yüzüne bakamaz olmalıydılar en azından... Öyle mi şimdi?
Kameraların önünde mağdurların ailelerine hucüm edecek bir “pişkinlik”, “vurdumduymazlık”, “eee, n’olmuş” haliyle karşı karşıyayız ne yazık!
Onlarca insanın tecavüzüne uğramış küçücük çocukları konuşuyoruz; dünyanın öbür ucundaki insanın yüreğini sızlatacak, gözlerini dolduracak hikayeler dinliyoruz. Hukukçusu, polisi, amiri, memuru, abisi bilmem nesi “toplu halde sanık”! Neredeyse, “Bizim kentimiz böyle olaylarla anılmasın” ikliminde insanlık!
İşte bu yüzden “toplu halde sanık” herkes... Bu yüzden, Şebnem Hoca’dan alıntıyla bu bir “tecavüz tümörü”... Ve kimse kendini kandırmasın bu tümör kadınların bedeninde, yüreğinde, beyninde değil. Bu toplum neresiyle nefes alıyorsa, tam da orada. Bu toplum, neresiyle düşünüyorsa tam orada... Kaplamış bütün toprağı, havayı, suyu...
Bu cümle kurgusunu son haftalarda sık kuruyoruz belki; ama açıklamaya başka “kurgu” yok maalesef... Yeşilçam filmlerinin “kötü adam”ları ile açıklanacak düzeyi aştık çoktan... “İğrenç adamların iğrenç faaliyetleri” olmayı çoktan geçti bu tablo. Ve evet, altını kalınca çizerek üstlenmeliyiz bu suçu, masum değiliz hiçbirimiz!
Önceki gün yok saydığımız için, dün bütün açıklığıyla göremediğimiz için, bugün hâlâ insanlığımızdan utanacak kadar öfkeli olamadığımız için...
En ağır, en acılı tedavi süreçlerinden geçmeli bu toplum. Eski Türk yazıtlarında yazan haliyle, “titremeli ve kendimize gelmeli”yiz çarçabuk. Hayatımızı kaplayan tek tümör, “tecavüz tümörü” değil çünkü...
Bir genç intihar etmiş, babasının siyasi görüşleri yüzünden kına yakmaya koşanlar ülkesiyiz biz. Depremle bir kent yıkılmış aynı tablo. Gencecik çocuklar bombalanmış kına kuyrukları... Irak Savaşı, Suriye, Guantanamo, Taliban... İşsizlik, açlık, ölüm... Dünyanın her yerinde artan ırkçılık... Hepsi aynı hesapta birikmiyor mu sonuçta?
Soralım kendimize, etrafımıza, herkese... Türkiye nasıl bu hale geldi? Ya geleceğe dair büyük umutlar besleyen şu yaşlı dünya? Suçun büyüğü kimde? Ve nasıl kurtulacağız bu bitmek bilmeyen karabasanlardan?
Nedenine ister bitmek bilmeyen savaş deyin, ister sürekli yoksulluk, ister “sosyalizmin çöküşü” diye başlayan ağır cümleler kurun, ister bambaşka bir bilimsel tespit yapın... Sadece bizim ülkemiz de değil; dünya bir çılgınlık çağını yaşıyor. Ve bu çılgınlık çağı , akıllı telefonlarla sosyal medyaya yazılan 140 karakterlik mesajlarda bile görülebilin devasa bir travma, bir “tümör”den başka bir şey değil.
Tarihin en “muhafazakar” günlerini yaşıyoruz, belki de. Türkiye de, dünya da... Bu “tümör” mü muhafazakarlıktan çıktı, yoksa muhafazakarlık mı “tümör”den besleniyor? Yumurta tavuk hesabı bu! Kocaman bir insanlık travmasının orta yerinde “muhafaza” edilen tek şey, büyük bir çürüme... Üstelik, Marx’ın meşhur sözünde anlattığı gibi, “Ezilen insanın içli haykırışı”nın sesini duyuracak; “Kalpsiz bir dünyanın vicdanı” olabilecek, hiç değilse “Bir afyon gibi acıların ağrı kesicisi olacak”, bir din de yok! Dün olduğundan daha kirli hesaplar peşinde, dünyanın her yerinde din adına yola çıkanların tümü...
Kapitalizm denen bu çaresi belli sendromun yarattığı tümörlerle boğuşuyoruz çaresiz sanarak kendimizi... Eski zamanlardan “bir vicdani ses” ile bitirelim. Hz. Ali’nin sözüyle; “Derdin kendindendir bilmiyorsun, derman yine sendedir görmüyorsun, koskoca alem içinde yerleştirilmiş, sen kendini hâlâ küçük bir şey mi zannediyorsun...”

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et