15 Eylül 2012 11:15

Kurtarıcılar!

Kurtarıcılar!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sam Bacile diye anılan, kim olduğu ne iş yaptığı hâlâ anlaşılamamış adamın alameti farikası “Müslümanların Masumiyeti” filmi, Youtube’a düştükten sonra, geçen yıl “bahar”lar yaşayan Arap dünyası karıştı. Libya’da Bingazi Konsolosluğuna yapılan saldırıda Büyükelçi John Christopher Stevens öldürüldü. Kahire’de ABD Elçiliğinin bayrağı indirildi, gösteriler bu yazı yazılırken Yemen’e sıçramıştı ve ABD Libya açıklarına iki savaş gemisi göndermişti.
11 Eylül 2001’de New York’ta Dünya Ticaret Örgütünün ikiz kulelerinin tamamen yok olmasına neden olan ve El Kaide’ye fatura edilen saldırılardan sonra ABD yöneticileri bu saldırıların artçılarının beklendiğini söylüyorlardı. Saldırı Afganistan işgalinin gerekçesi yapıldı ve o zaman El Kaide liderini sakladığı iddia edilen bu ülke, Usame bin Ladin öldürüldükten sonra bile, o zamandan bu yana işgal altında. 11 Eylül sonrasını Afganistan halkının nasıl yaşadığı az çok biliniyor. ABD halkının nasıl yaşadığını da tahmin etmek zor değil. Paniğin zehirli posta paketleriyle tırmandırıldığı, New York’ta daha önce hiç olmayan elektrik kesintisinin yaşandığı gün El Kaide heyulasının, uzayan işgalin gerekçesini sabit ve geçerli tutmak için dolaşıma sokulduğu yazılıp çizilmişti. Daha sonra İngiltere’de ve İspanya’da metro istasyonlarına yapılan terör saldırıları da bu korku ve paniğin eski kıtaya da yayılmasına yol açtı. Ama daha önemlisi Neoconlar hem eski hem yeni kıta halklarında İslamofobinin yaygınlaştırılması ve bunun ırkçılığın yükseltilmesine bir manivela olması için epey bir çaba harcadılar; hem Müslümanların hem de karşısındaki fobik kitlenin sinir uçlarıyla oynamaktan hiç vazgeçmediler. Neocon diktatörlüğü
bizdeki 28 Şubat kurmayları gibi 11 Eylül konseptinin bin yıl süreceği vehmine kapıldılar hep. Artçıların muhtemel olabilirliğini sürekli hatırlatarak da işgalci politikaların, İkiz Kuleler’in yıkıldığı günkü kadar kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir şey olduğunu ima ettiler kendi halklarına. Diğer yandan bu, aslında terör saldırılarına da kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla babında açık bir davetiye idi bir bakıma. Bu anlamda terörden İslam motifli protestolara kadar hepsinin altında; Batılı halklarda İslamofobi üreten Doğu’da ise ılımlılaştırmanın kaçınılmaz yan ürünü radikalleştirmeyi ister istemez kışkırtan ABD politikaları yatar bir bakıma.  
Ortalığı karıştıran film de 11 Eylülün yıl dönümünde gerçekleşen bir artçı sarsıntı olarak görülebilir. Bu artçı sarsıntı gerçekleşene kadar, 11 yılda kısaca şunlar oldu: Irak işgal edildi, Arap Baharı’nın meyvelerini toplamak üzere ABD bölgeyi kuşatma altına aldı; Libya’ya girildi, Bahreyn’de göstericiler ABD maşası Suudi Arabistan tarafından susturuldu, Suriye’deki iç karışıklık besleme muhalefet silahlandırılarak tırmandırılıyor. Irak’ta taş üstünde taş bırakmayan, kadınlara ve çocuklara tecavüz eden; kendi sınırına dayanan her Ortadoğuluya da terörist muamelesi çeken, şüpheli bulduklarını ise yıllarca Guantanamo kampına veya özenle gizlenen işkencehanelere tıkan ABD, bütün bunlara rağmen, Ortadoğu ve Arap halkları nezdinde, onları diktatörlerinden kurtaran, hürriyet taşıyıcısı bir abide olarak dimdik ayakta kalabileceğini düşünüyordu.
Libya Büyükelçisinin öldürülmesi üzerine Hillary Clinton’un açıklaması bu kibrin bir yansımasıdır. “Bu olay kurtarılmasına yardımcı olduğumuz bir ülkede, yıkımını önlediğimiz bir şehirde nasıl gerçekleşmiş olabilir. O bir tiranı durdurmak için hayatını tehlikeye attı. Daha iyi bir Libya inşa etme çabasını hayatıyla ödedi…” diyor Clinton. Demek ki güç, insanı böyle bir hayal aleminde yaşatabiliyor. Bir film yüzünden ortaya çıkan öfkenin kendisini boşaltmak için bulduğu adresin doğrudan doğruya ABD olması, bölgenin, alev almak için en küçük kıvılcımı bekleyecek kadar istikrarsızlaşması, gittiği yerlerde keyifle dans eden Dışişleri Bakanı için bir sürpriz olabiliyor. Halbuki ektiğini biçiyor ABD.
Biliniyor, El Kaide denen terör örgütünü bir zamanlar ABD palazlandırmıştı. ‘70’li yıllarda Sovyetler’e karşı tampon olsun diye oluşturulan Yeşil Kuşak uygulaması kapsamında şimdi kendi başına bela olan radikal İslamcı örgütleri ABD beslemişti. 2000’li yıllarda ise kendi beslemesi örgütlerden kimilerinin, bir “değiş tonton” komutuyla dönüşüp ılımlılaşacağına, değişmeyenleri de kontrol edebileceğine; bölge halkının dini inançlarını da istediği gibi şekillendirebileceğine inandı. Bu kof inanç yüzünden Ortadoğu’da İran’ın, Suriye ve Irak’ın dahil olduğu Şii ekseninin karşısında Amerikan yanlısı bir Sünni Hilal’in oluşturulabileceğini düşünüyor.
Şimdilerde çok telaffuz edilmiyor ama 11 Eylül günlerinde, Think Tank adamı Huntington’ın, sık sık etüt edilen Medeniyetler Çatışması diye deli saçması bir tezi vardı. Neoconlar bu saçmalığı hayata geçirmeye çok uğraştılar ve sonra tedavülden kaldırdılar. Ancak tezin ruhu öyle kolay kolay buharlaşacak gibi değil. Al Obama’yı vur Bush’a çünkü.  
Fakat son gelişmeler gösteriyor ki, ABD, sandığı gibi, tek ve tartışılmaz özne olamayacak bu karışık bölgede. Provokasyonları da ayağına dolanmaya devam edecek. Seçim dönemine girerken beladan özellikle uzak durmaya çalışan Clinton ve Obama şahsında, söylemi geride ama fikri iktidarda olan Neocon diktasının çocukları, ABD’nin kurtarıcı olarak görülmüyor olmasına daha çok şaşıracaklar.
Öldürülen büyükelçi Libya’ya atandığında demiş ki “Kendimi evimde hissediyorum.” Ortadoğu’yu ve Arap dünyasını ABD’nin arka bahçesi haline getiren politikanın sadık uygulayıcılarındandı Stevens.
Diyelim ki, evi sanarak daldığı bataklıkta öldü.
Olmasın böyle vahim saldırılar tabii, ama su testisi işte, su yolunda kırılıyor.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa