Yolun sonu
Bir süredir ekonominin içine girdiği kriz ortamı hükümet yetkililerince “yumuşak iniş” olarak tanımlansa da Maliye Bakanlığının iğneden ipliğe zam yapılacağı yönündeki açıklaması ve bu konuda hazırlanan yasa taslağı durumun pek “yumuşak” olmadığını gösteriyor. Daha bir kaç ay önce kırk gün kırk gece eğlenceleriyle açıklanan “yeni” teşviğin de -öngördüğümüz gibi- sadece batı bölgelerindeki sermaye gruplarını palazlandırmaya yaradığı da ekonomik verilerle ortaya çıktı.
20 Haziranda yürürlüğe giren yeni teşvik paketinin ardından açıklanan temmuz ayı başvuru sayılarına göre geçen yıl 300 adet düzenlenen yatırım teşvik belgesi, bu yıl 401’e çıktı. Fakat yatırım tutarında geçen yılın temmuz ayında 5 milyar 314 milyon TL olan yatırım tutarı, bu yılın aynı döneminde 4 milyar 195 milyon TL oldu.
Özellikle belli sektörlerde yatırımları bölge illerine kaydırmak üzere açıklanan teşvik paketine rağmen, alınan 401 adet yatırım belgesinin 127’si birinci bölgede yer alıyor. Yatırımcıya diğer bölgelere göre en cazip fırsatları sunan altıncı bölge için ise sadece 54 yatırım belgesi alındı.
Yani yine yeniden “şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız...”
***
Esas olarak 2011 yılından itibaren toparlanamaz biçimde bozulan üretim dengeleri bir dönemin de sonuna işaret etmektedir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılıyla birlikte sarsılmaz bir inançla bağlandığı 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) üretimde verimliliğe dayalı büyümeyi ve kamu kaynaklarının satılmasını öngörüyordu. Programın gereği yerine getirildi. KİT’ler ve kamu taşınmazları “babalar gibi” satıldı. Satılamayanlar kapatıldı. Kamu arazilerinde müteahhitçilik oyunları oynandı. Çalışanların ekonomik ve sosyal hakları birer birer tırpanlandı. İş güvencesi yerini “esnek güvenceye” bıraktı. Devlet sosyal harcamalarını sürekli kısarken sosyal güvenceyi rafa kaldırıp meseleyi sosyal yardıma indirgedi. Saldırgan iç ve dış politikalar nedeniyle savaş bütçesi her yıl katlanarak artırıldı. Tüm bunların maliyeti ise geniş halk kesimlerine daha fazla vergi, daha düşük ücret ve sefalet koşullarının dayatılması yoluyla karşılandı.
***
Ülkenin bu en uzun on yılı, sadece emek-sermaye eşitsizliğinin arttığı bir dönem olmadı aynı zamanda bu süreç sermaye grupları içerisinde de bir tür yeniden paylaşımı ortaya çıkardı. Daha önceki iktidar dönemlerinde palazlanan “beyaz burjuvazi” yerini “yeşil sermaye”ye bıraktı. Kağıtlar yeniden dağıtıldı fakat oyun değişmedi!
***
Uygulanan ekonomi politikalarının sürdürülemezliği baştan belliydi. Ancak, her ekonomi politikasında olduğu gibi bu “yeni” sistemde de bal tutanlar parmağını yalamakla meşgul olduğundan toplumsal çıkarlar kimsenin gözüne gözükmedi. Bir tek sistemin dışına itilenler “demokrasi havarisi” oluverdi. Hem 12 Eylül cunta rejiminin fikir babası hem de yirmi yıl boyunca takipçisi olan “beyaz burjuvazi” bugünlerde demokrasi sözcülüğüne soyunmuş durumda.
***
Gelinen nokta gerçekten de bir noktadır!
On yıl boyunca kamu kaynaklarının satışı, sıcak para ve “görünmez” Körfez sermayesinin desteğiyle ayakta durmaya çalışan yapı şimdi devriliyor. Ekonominin içine girdiği bu kriz ortamı aynı zamanda siyasal çalkantı ve değişimin de habercisidir. Öne çekilen yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı kavgaları, iç ve dış siyasetteki tıkanış yeni bir dönüşümü zorunlu kılıyor. Bu olası dönüşümün nasıl sonuçlanacağı ise sınıflar arası güç ilişkisiyle belirlenecektir. Kendiliğine bırakılan sistem belki yenilenecek ama kendisinden daha beter “yeni” bir sistem doğuracaktır. 1994 krizi ve 2001 krizi sonrasında olduğu gibi...
Evrensel'i Takip Et