Toplumsal uzlaşı: Sağlık bakanlığına güvensizlik
Toplumsal uzlaşı: sağlık bakanlığına güvensizlik
Sağlık Bakanlığı’na dair kimi zaman siyaseten ‘paha biçilemez’ övgü-yorumlara rastlanıyor. Ya gerçek?
An gelmiyor ki Ak Partinin oylarındaki artışta ‘sağlıkta dönüşümün’ etkili olduğu savlanmasın. Öyle ki itiraz cephesinde dahi bu analizlerin tutarlılığı konusunda ikileme düşenler olabiliyor.
Unutmamak gerekir ki tüm bu anket ve analizler belirlenmiş sorulara verilen yanıtlarla ilintili. Siz hiç kamuoyu anketlerinde ‘Sağlık Bakanlığından ruhsatlı ilaçlarda muadil tanımına güveniyor musunuz’ sorusuna rastladınız mı? Sanmıyorum!
Sağlık Bakanlığı’na duyulan ‘güvenin’ turnusolü ‘muadil ilaçlar’ başlığında saklı. Muadil ilaç “aynı etken maddeye sahip ilaçların farklı ilaç firmaları tarafından ayrı ayrı isimlerle piyasaya sürülmesi” olarak algılatılmaya çalışılıyor topluma. Ya gerçek?
Hafta başında gazetemizde Bülent Falakaoğlu bu konuyu ‘Ya farkı ya ucuza! Dayatma bitmiyor’ başlığı ile ele almıştı. Okumayanlara tavsiye ederim.
Bu başlıktan yola çıkarsak içerik bizi Sağlık Bakanlığı’nın toplum nezdinde yaygın söylemin aksine ‘en güvenilmez’ kurumlar arasında hissedildiği sonucuna götürüyor. Neden mi?
Şimdi cevabı belli soruları birlikte oluşturalım: İlaç ruhsatlarını kim veriyor bu ülkede? Peki ilaç fiyatlarının belirleyeni kim? Aynı etken madde içermesine karşın zaman zaman aralarında birkaç kat ücret farkı olan ilaçların tamamı Sağlık Bakanlığı’nın onayı ile piyasaya sürülmüyor mu? Geçmişte olduğu gibi şimdilerde de Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) muadil ilaçlardan ucuz olanı ödeyeceğini ya da ısrarcı hastanın farkı cebinden ödemesi gerektiğini söylemiyor mu?
Zurnanın deliği tam da burada özlü söze dönüşmekte: “Vatandaş ucuz olanı almak istemiyor” Okumuşu da okuma yazması olmayanı da, Kürdü de Türkü de, işçisi de memuru da, valisi de imamı da, doktoru da, siyasetçisi de muadilden ucuz olanı istemiyor. Yani vatandaş Sağlık Bakanlığı’nın ‘ambalaj dışında şu ilaçlar etken madde olarak birebir aynıdır’ sözüne güvenmiyor; ne geçmişte ne de bugün.
Diyebiliriz ki sağlık alanında toplumun tüm kesimlerinin benzer davranış kalıplarına sahip olduğu nadir başlıklardan birisidir bu. Aynen ÖSYM ve SBS öncesi yılın son bir ayı çocukları için ‘sahte hastalık raporu’ peşinde koşan her kesimden aileler gibi. Üstelik Sağlık Bakanlığı ve SGK’nın halka yönelik ‘muadil’ ilaç ilüzyonu maya tutmuyor. Halk bilimsel arka plana vakıf olmasa da deneyimlerinden aynı etken madde içermenin ilaçların benzer etkiye sahip olduğu anlamına gelmediğini biliyor. Yani her muadilin biyoeşdeğer olmadığının farkında.
Günümüzde ilaç artık etken maddenin tutkal niyetine katkı maddeleri ile hapa dönüştürülmesi olmaktan çıktı. Teknolojik olarak aynı etken madde yavaş veya hızlı salınımlı kılınabilir, midede yahut bağırsakta açılması sağlanabilir, emilim süresi azaltılıp çoğaltılabilir.
Hasılı halk bu detayları bilmese de gerçekliğin farkında. Yani Sağlık Bakanlığı’nın resmi, yeminli (ruhsatlı) muadil sözüne güvenmiyor. Bir başka husus Ak Parti’nin ‘en başarılı’ olduğu savlanan ‘toplumda algı yönetimi’ bahsinde ilk kez bu kadar net başarısız olduğudur.
Denebilir ki; vatandaşın sağlıkta dönüşüm adıyla sürümü yapılan piyasacı politikalardan çıkardığı sonuç işine geldiğinde ‘yan cebe indirmekten’ başka birşey değildir. Özelleştirme sürecinin balaylarının tadını çıkarmak toplumun nihayetinde sistemin devamından yana olduğu anlamına gelmiyor. Sağlıkta balayından zorayına geçişle birlikte ‘geldikleri gibi giderler’ yeni bir biçim ve özneye kavuşmuş olacak. Bunun en iyi kanıtı ise bakanlığın bu kadar yaldızı parlatılmış bir döneminde dahi vatandaşın muadil ilaç bahsindeki ortak tutumunda saklı:
“Sağlık Bakanlığının muadil sözüne güvenmiyoruz; ucuz ilaç kullanmak ve fark ücreti ödemek istemiyoruz.”
BİR GARİP İZMİR ÖYKÜSÜ
Sözün daha sık mürekkebe döndüğü günlerdeyiz. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay geçen ay basına şu cümlesi ile manşet olmuştu: “Antalya’da şehit cenazesinde cenaze marşı çalan bandoyu ‘kesin, halk tekbir getirecek’ diye susturdu”
Deseydi ki Chopen bile cenazesinde kendi bestesi cenaze marşının değil, Mozart’ın Requem’inin çalınmasını vasiyet etmişti; belki niyet okuyuculuğu bu denli keskin olmayabilirdi.
Derken 9 Eylül’de seçmen profili benzer bir başka kentten, İzmir’den yuhalama alınca sesi bir kez daha mürekkeple buluştu: “Ortaya çok çirkin bir tablo çıktı. Ben özellikle CHP kitlesinin, İşçi Partisi’nin arkasına takılması ve teslim olmasını kabul edilemez buldum”
Sözleri bununla sınırlı olmasa da sormak gerekiyor sayın bakana; ya siz? Partisine dönüp sormalı ‘biz Ak Partililer olarak hiç İşçi Partisinin arkasına takılıp teslim olduk mu’ diye; hem İzmir’de, hem ülke genelinde. Belki de ufak bir ipucu işini kolaylaştıracaktır: İzmir Tabip Odası ve TTB Merkez Konseyi seçimleri desem?
Söz İzmir ve tabip odasından açılmışken ilgili odadan yeni gelen bir maili anmamak olmaz. “Yine şehitlerimiz var. Hepimizin başı sağolsun” başlığı sanırım içerik hakkında bilgi veriyordur. “ABD emperyalizmi ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni defedene kadar mücadele edeceğiz” diyor son cümlesinde İzmir Tabip Odası yönetimi.
Tüm bunlar anlaşılır başlıklar olabilir ülke gündeminde; ama benim anlamakta zorlandığım husus İşçi Partisi genel başkanını, geçmişteki Bekaa ziyareti ile bugüne dair ilşkilendiren bakanın kendi CHP geçmişini bugün ile ilişkilendirmemesi.
Yine yıllar boyu anlamakta zorlandığım bir diğer husus İzmir Tabip Odası’nın mevcut ve bu göreve en fazla seçilmiş başkanı Dr. Suat Kaptaner’in eşinin uzun yıllar ABD İzmir fahri konsolosluğu yapmış olması. Anlamakta zorlandığım eşinin ‘başarı’ ile yürüttüğü görevinden ziyade kentte en anti Amerikancı söylemin hatiplerinden ve görevde iken İşçi Partisi ile ortak etkinliklere en fazla imza atmış oda başkanı olması.Ne diyelim; doğru söz her zaman söyleyene ait değildir.
‘Geçmiş zaman olur ki’ sularında bu denli dolaşınca Haziran 2010 tarihli yazımı hatırladım: “Babalar ve Oğulları İçin Chopen Sonatı” Şöyle başlıyordu yazım:
“Bu yıl dünyada Chopin yılı. Dünyanın her yerinde resitallerle anılıyor, CD’leri güncelleniyor Fryderyk Franciszek Chopin’in. Bizim payımıza ise ondan Op. 35 Sonat’ın üçüncü bölümü düştü: Ünlü cenaze marşı!
Hafta sonu babalar günüydü. Egemenler manşetlerden babalara oğullarının tabutlarını hediye eylediler. Fonda ise Chopin’in cenaze marşı! Yine çatışma, yine ölüm, yine yas!” Evet, 2010 tüm dünyada Chopin yılıydı. Ve biz onu ne yazık ki sadece cenaze marşı ile anıyoruz. Gencecik fidanları kardeşlik türküleri yerine cenaze marşı ile buluşturuyoruz. Ne acı!”
Yıl 2012: Peki, ‘tekbir’ dışında Chopen cephesinde değişen ne?
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.
Evrensel'i Takip Et