20 Eylül 2012

Çin-Japon dalaşının perde arkasında ne var?

Sanki dünya genelinde akan bunca kan ve gözyaşı yetmiyormuş gibi şimdi de Uzakdoğu’nun iki büyük gücü Çin ile Japonya açıktan cepheleşme aşamasına gelmiş, karşılıklı tehditler savuruyor, savaş naraları atıyor.
Çinlilerin Diaoyu, Japonların Senkaku dediği, yerleşim yeri olarak kullanılmayan üç ada takımı, Eylül ayının başından bu yana yeniden Uzakdoğu’daki gerilimin görünürdeki nedeni.  Ne var ki, asıl neden tek başına üç adanın kime ait olacağından çok, bölgede hangi devletin bundan sonra belirleyici güç olacağıyla ilgili.
Dolayısıyla, gerilim vesilesiyle  her iki ülkede esen milliyetçi, şoven, militarist naraları bir yana bırakıp perdeyi araladığımızda, arkasında ABD’nin Pasifik’te egemenliğini sürdürmek için bu yılın başında ilan ettiği “yeni strateji”nin olduğu görülüyor.
Hiç şüphe yok ki; Uzakdoğu’da Çin ile Japonya arasındaki egemenlik mücadelesi yeni değil. Yüzyıllardan beri taraflar birbirine üstünlük sağlamak için savaşlar yapmış.

JAPON EMPERYALİZMİ NASIL YÜKSELDİ?

Çin ile Japonya arasındaki büyük savaşların ilki 1894-95 yılları arasında Kore’nin kim tarafından yönetileceği nedeniyle yapılmış. Adadan büyük kıtaya adımını atmak için Çin’in himayesindeki Kore’ye saldıran Japonya, bu ilk büyük savaştan galibiyetle çıktı. Savaşın ardından her iki ülke Kore’nin bağımsızlığını kabul ederken, Çin ağır tazminatlara mahkum edildi. Japonya ise Asya kıtasının en uzun nehri olan Yangtze üzerine ticaret yapma hakkı elde etti. Çin’in batısında doğan, Doğu Çin Denizi’ne dökülen Yangtze üzerindeki ticaret ayrıcalığı, aynı zamanda bölgede Japon emperyalizminin yükselişinin ifadesiydi. Japon malları nehir üzerinden Asya içlerine kadar satılmaya başlanırken, liman kentlerde Japon tekelleri fabrikalar kurarak üretime geçtiler. Böylece, yoksul Asya’nın ucuz emek gücü daha o yıllardan itibaren Japonya’nın yükselmesinde, zenginleşmesinde önemli bir rol oynadı.
Yangtze üzerinde elde ettiği ayrıcalıktan yararlanan Japonya, ikinci hamlesini daha İkinci Dünya Savaşı başlamadan (1930’lu yılların başında) Çin’in Mançurya Bölgesi’ni topraklarına katmak için savaş ilan etmekle yaptı. Önce Mançurya’yı denetim altına aldı, sonra bununla da yetinmeyerek SSCB’ye saldırdı.
Asya’ya ayak basmak için giriştiği bu büyük savaş 9 Eylül 1945’te Japon emperyalizminin yenilgisiyle sonuçlandı. Sadece yenilgiyle kalmadı, bir kez daha Asya’ya adım atmaması için müttefik devletler tarafından ağır cezalara çarptırıldı.
Ama, buna rağmen Japon emperyalizmi Asya’nın lideri olma hayalinden ve arzusundan hiç vazgeçmedi. Tıpkı Almanya gibi, kısa bir süre içinde yenilgiye rağmen ekonomisini yeniden düzlüğe çıkararak, Uzakdoğu’daki pazarların elde edilmesinde yeniden yükselişe geçti.
İşte; bugün iki-üç kara parçası üzerinde yaratılan gerilimin arkasında bu tarihsel gerçekler yatıyor.
Ama bu kez Japonya tek başına değil...
Çünkü tarihsel arka planı olan Çin-Japon gerilimin bugünkü durumu, dünyanın yeniden emperyalistler tarafından paylaşılma ve bu temelde kurulan yeni ittifaklar sonucu oluşan cepheleşmeden bağımsız değildir.

ÇİN BOŞ DURMUYOR

Hemen belirtmemiz gerekiyor ki; Çin de ekonomik yükselişten aldığı güçle bölgede, rakiplerini gerileterek daha etkili bir güç olmanın hesaplarını yapıyor, bu temelde donanmasını, ordusunu yeniliyor, güçlendiriyor. ABD’nin ve onun bölgedeki müttefiklerinin tek başına borusunu öttürmesine itiraz eden Çin, yeni stratejilere karşı da hazırlıklarını yapıyor. Bu temelde özellikle donanma gücünü hızla artırmanın ve yenilenmenin çalışmasını yapıyor, bazı alanlarda epeyce de mesafe kat etmiş durumda. Ve çeşitli analizlere göre; Çin, donanma gücünü önümüzdeki yıllarda bugünkünün iki katına önemli oranda artıracak.
Bütün bunlar, Pasifik’te emperyalist paylaşımın giderek sertleştiğini ve silahlanmanın alabildiğince hızlandığını gösteriyor.
Ancak; çıkar çatışmalarının kısa bir süre içerisinde sıcak çatışmaya dönüşeceğine pek ihtimal verilmiyor. Bu gerilimler tarafların birbirini yoklaması, güç biriktirmesi ve bütçeden silahlanmaya daha fazla pay ayrılmasına yarıyor. ABD ise, kısa ve orta vadede doğrudan savaşa girme yerine bölgedeki sadık işbirlikçileri Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipin, Yeni Zelanda gibi ülkeleri Çin’e karşı kışkırtacak ve bu yolla sonuç almaya çalışacaktır. Bunların, Çin’i durdurma potansiyeline sahip olmadığı ortada.
Lakin siyasi ve ekonomik gelişmeler, Pasifik’te eninde sonunda Çin ile ABD’nin karşı karşıya geleceği yönünde. Çünkü, SSCB’nin dağılmasından sonra dünyanın tek hakim gücü olan ABD’nin daha fazla tek hakim olamayacağı, yeni aktörlerin ortaya çıkacağı sır değildir. Uzakdoğu’da bir Çin-Rusya ittifakı ABD’nin egemenliğini önemli oranda sarsacak gibi görünüyor. Çünkü, her iki ülke de açık ya da gizli bir şekilde ABD’nin hedefinde.
Özetle; Japonya’nın gerilimi tırmandırmak için yaptığı hamleler, ABD’nin Pasifik’teki egemenliğini korumak için bu yılın başında ilan edilen stratejisinin sonucudur. Japon ve Çin gericiliği ise bu süreçte halklar arasında düşmanlığı, şovenizmi körükleyerek, sermaye güçleri arasındaki çıkar ve güç çatışmasını emekçiler arasına yaymaya çalışıyorlar.


PAYLAŞILAMAYAN DENİZ

Tartışma konusu olan Diaoyu/Sankaku adacıklarının bulunduğu Doğu Çin Denizi hem jeostratejik hem de zengin petrol ve doğalgaz kaynakları açısından bölgede büyük bir önem taşıyor.
Bugünkü tartışmalar açısından asıl tayin edici olan da Çin, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore ve Tayvan’la kıyısı olan, Hindistan Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan Doğu Çin Denizi’nin kim tarafından kontrol edileceğidir.
Der Spiegel’de bölgedeki gerilimle ilgili yer alan haber-analizde Doğu Çin Denizi’nin askeri ve ticari açıdan bölge için çok önemli olduğu belirtildikten sonra, şu gerekçeler sıralanıyor: Çin’in ihtiyaç duyduğu petrolün yüzde 80’i bu deniz üzerinden geliyor. Keza; tahminlere göre Doğu Çin Denizi’nin altında 130 milyar varil petrol, 9 trilyon 300 milyar metreküp doğalgaz bulunuyor. Hindistan Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu birleştirmesi nedeniyle dünya genelindeki yük gemilerinin yarısı, dünya deniz ulaşımının da üçte biri bu deniz üzerinden gerçekleştiriliyor. Halen büyük bir bölümü Çin’in denetimi altında olan deniz, ticaret açısından büyük olanaklar yaratıyor.


ABD-JAPONYA İTTİFAKI ÇİN’İ DURDURABİLİR Mİ?

Çin ile Japonya arasında başlayan gerilimde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Pasifik’in efendisi olan ABD’nin açıktan Japonya’dan yana tavır koyduğu sır değil. ABD’nin 7. donanma gücü olan “George Washington” Pasifik’te konuşlandırılmış durumda. Halen 60 savaş gemisi, 300 savaş uçağı ve 40 bin askerden oluşan söz konusu 7. Donanma’nın gücünün 2020 yılına kadar önemli oranda artırılacağı ABD Başkanı Barack Obama tarafından bu yılın başında yeni “Asya-Pasifik Strateji”si çerçevesinde ilan edilmişti. Plana göre; önümüzdeki 8 yıl içinde ABD’nin savaş gemilerinin yüzde 60’ı Pasifik’e kaydırılacak.
ABD Genel Kurmay Başkanı Martin Dempsey, Obama tarafından açıklanan söz konusu yeni stratejiyi, “Bütün demografik, jeostratejik ve ekonomik eğilimler/trendler gelecek açısından Pasifik’in çok daha önemli olacağını gösteriyor. Bu nedenle stratejik önceliğimizi Batıdan Pasifik’e kaydırıyoruz” şeklinde gerekçelendirmişti.
Başka bir deyişle artık Avrupa’da fazla askeri güç bulundurmanın bir önemi kalmamış, yeni hedef Pasifik ilan edilmişti.
Keza; Japonya’da bulunan ABD üsleri yetmiyormuş gibi şimdi de ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, bu gerilimin tam ortasında Japonya ile ikinci bir füze savunma sisteminin yerleştirilmesi konusunda anlaşmaya vardı.
ABD’nin, Japonya’yı Çin’in karşısına dikmesi elbette boşuna değil. Çünkü; ekonomik açıdan, başta Japonya ve ABD olmak üzere diğer emperyalist devletler kriz içinde küçülürken, Çin büyümeye devam ediyor. Büyüyen Çin’in can damarının enerji kaynakları olduğunu söylemeye dahi gerek yok.
O halde, Çin’in yükselişini durdurmanın en önemli yollardan birisi enerji kaynaklarını/yollarını sınırlamak, kontrol etmek ve eğer mümkünse kaybedeceği bir savaşın içerisine çekerek güçten düşürmek en uygun taktik olarak görülüyor. Aksi halde Çin’in ekonomik yükselişi hem Pasifik hem de dünya genelinde ABD ve müttefikleri için tehlikeli bir güç olabilir. Zaten ABD’de de, Çin’in giderek çok tehlikeli olmaya başladığına dair yeteri kadar “gelecek senaryosu” bulunuyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et