Geri sayımlarla kutuların açıldığı şu meşhur “Var Mısın Yok Musun” yarışmasına katılacakları seçmenin kriterleri var. Malum, birbirinden ilginç karakterler olmaları, doğru rakamları tutturmalarından, “mavi” hissetmelerinden falan daha önemli. “Dumanlı kentin puslu çocuğu” Karabüklü Çaycı Olgun’un bu yarışmaya katılma hayalini gerçekleştirmek için formu doldururken hayatını gözden geçirmek durumunda kalması normal. “Başına gelen en güzel olay?​”, “En talihsiz olanı?​”, “Kendini birkaç kelimeyle tanımlasan...”, daha zoru “Bugüne kadar yaptığın en büyük çılgınlık ne?​” Babasıyla kavgalı, düzenli ve ağır bir işi, bir kankası, bir de sevdiği kız olan bir taşralı delikanlının başına gelen en talihsiz olay ya da en büyük çılgınlıkla Acun abisi ne kadar ilgilenir, belli olmaz. Ama Araf, toplumsal yapının Olgun adına bu sorulara verebileceği cevaplarla ilgilenen bir yol kesiti, özetle.
Hafta sonuna kadar sürecek olan 19. Adana Altın Koza Film Festivali’nde galası yapılan Araf, Güneşe Yolculuk’tan Pandora’nın Kutusu’na dikkat çekip tartışma yaratan filmlerin yönetmeni Yeşim Ustaoğlu’nun beşinci uzun metrajlı kurmacası. Medyada sadece o kısmına vurgu yapılsa da Özcan Deniz’in oynamasından başka özellikleri de var. Otoyol kenarında bir dinlenme tesisinde ve küçük bir kasabada yaşayan iki gencin arafta kalmışlık hikayesini, epey sahici, biraz beklenmedik, oldukça trajik bir şekilde anlatmakta oldukça başarılı. Şu uyarı da gerekli, yazının devamında bu beklenmedik taraflardan söz edildikçe, okurla sürprizlerin arasına girilebilir.

BU KENTTE KİMSE MAVİ HİSSETMİYOR

Acun diliyle mavi ya da kırmızı hissetmek burada güç. Her yerde sadece grinin tonları var, geçmeyen sis, durmayan yağış, gelmeyen güzel günler. Film yolda başlıyor. Şehirlerarası yolun kenarındaki dinlenme tesisinde çalışan Zehra’yı, Çaycı Olgun’u, abla konumundaki Derya’yı, oraya uğrayan Kamyon Şoförü Mahur’u ve monoton hayatlarını tanır tanımaz, bitmeyen yollar ve erimeyen karlar gibi, arafta bekleme hallerinin de sonunun görünmediği hissi kuvvetle yerleşiyor. Hayalleri var ve bekliyorlar. Bunu karlı yolların görüntüleri, sıkılmış çalışma günleri ve kendilerini orada değillermiş gibi ritme bıraktıkları eğlenceleri, fazla söze gerek vermeden anlatıveriyor. Arkasından, bir dönüm noktası olarak gelen düğün sahnesi, belki filmin en başarılı kısımlarından. Dakikalarca apaçi dansı ve kolbastı oynanan düğün, Kamyoncu Mahur’un piste çıktığı an oluyor, her anlamda. Zehra’nın utangaçlığı, kuşkulu Olgun’un eli kolunun bağlı oluşu, Mahur’un sakince oynarken kızı kollarının arasına alışı, arkadaki her tipin kendi duruşunu dansıyla belli ettiği o koca resmin içinde çok güçlü ve etkileyici bir sinema dilini ele veriyor.
Sonrası, üçü arasında, pist metaforundan farklı gitmiyor. Mahur istediği zaman ortaya çıkıp kollarını açıveriyor, Zehra küçük figürlerle oynarken aslında sadece onu bekliyor, bir şey diyemeden izleyen Olgun’sa, Zehra’yı. Burada en anlaması güç olan, Zehra’ya ablalık eden ve Mahur’la bir araya gelmelerine vesile olan Derya’nın hali, çünkü bu buluşmadan ne beklemiş olabileceği belli değil. Mahur’dan ses seda çıkmayıp Zehra karnında çocukla baş başa kalınca, biraz alay ediyor, biraz onun paniğine eşlik ediyor ama sanki hadisenin buraya gelişini görmesi mümkün değilmiş gibi durması, filmin sahicilik hissini zedeleyen boşlukların ilki, ne yazık ki. Ailenin başlarda anlamayan, sonra öfkelenen, kızın ruh sağlığı bozulduktan sonra yanında durmaya çalışan tepkisi, inandırıcı olmakla birlikte, bir eksiklik hissiyle birlikte geliyor. Olgun’un hapse girip müebbet mahkumu gibi kabadayı durmasından Zehra ile evlenmeye karar verişine doğru, sona kadar çok sahici giden Araf hali, çabuk ve atlamalı bir sona varıyor. Olgun’un, Selvi Boylum Al Yazmalım’daki Cemşit misali Zehra’ya kucak açan kişi olması ayrıca tartışmaya değer.

ARAF’A SIKIŞTIRILAN KADIN

Yalçın Çakır’lı düğün finali ise çok etkileyici ve seyirciye o ana kadar televizyonda gördüğü mutluluk tablolarının ardındaki dram üstüne düşünmeye çağırması çok anlamlı. Medyanın çizdiği pembe tablolar ve hayallerle gerçeğin acımasızlığı birbiriyle çelişmiyor aslında, diyor Araf bize, birbirini besliyor.
Özcan Deniz rolüne yakışmış. Nihal Yalçın bir kez daha bambaşka bir karakter olarak karşımıza çıkıp başka türlü bir Derya olamayacağını düşündürecek kadar iyi olmuş. Dizilerle tanınan Neslihan Atagül’ün sinema çıkışını yaptığı rolündeki başarısı, o utangaç, hayalci, kırgın genç kadına çok şey katmış. Barış Hacıhan ile en yakın arkadaşı rolündeki Ilgaz Kocatürk’ün, sahici genç delikanlı karakterlerinin yaratılmasına büyük emek verdikleri muhakkak ve bundan sonra yapacakları da merak uyandırıcı.
Mahur’un yoluna devam eden bir kamyoncu, köprü üstünde onunla buluşan Zehra’nınsa yol kenarına sıkışıp kalmış bir kadın olmasıyla gelen trajedi, hamile Zehra’nın bebekten kurtulmak için türlü yollar denemesiyle katlanıyor. Dakikalarca süren izlemesi zor düşük sahnesi, belki filmin en akılda kalan yeri. Sert olduğu kadar iyi oynanıp çekilmiş ve ne mutlu ki izleyicisini sarsmak için elinden geleni yapmış. Araf’ın istenmeyen gebeliklerin kararttığı hayatlara dair Altın Koza’daki tek film olmaması da anlamlı bir rastlantı. Tabii bu, kürtaj yasağı ve gebelik takibi gibi vakalarla kadını ve aileyi kontrol altında tutmaya çalışan iktidara sinema dünyasından verilen bir cevaptan başka bir şey değil. Kısacası, aile ve çevre baskısının kadınları başından sonuna çaresiz ve hep yalnız bıraktığı hissiyatı, içinde olduğumuz Araf’ın büyük sıkışmışlığı.

[email protected]
Araf
Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu
Oyuncular: Neslihan Atagül, Özcan Deniz, Barış Hacıhasan,
Nihal Yalçın

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et