Çözümsüzlük sendromu!
Fotoğraf: Envato
Her gün 3, 5, 8, 10 asker ve polis çatışmalarda yaşamını yitiriyor. Ülkenin birçok kentinde her gün, ırkçı şoven göstericilerin “savaş” ve “daha çok şiddet” isteyen naraları asker ailelerinin hıçkırıklarını ve acılı haykırışlarını bastırıyor. Hükümet ve yandaş basını, ülkede “Bu olup bitenlerin, bu ölümlerin nedeni nedir; müsebbibi kimdir; hangi politikalar ülkeyi böyle bir badireye sürükledi?” diye düşünülmeyen bir politik atmosfer oluşturarak, günü kurtarmayı tek çıkar yol olarak görüyor. Ve bu acı ve savaş kışkırtıcısı atmosfer içinde hükümet, “güvenlik zirvesi” toplamak, “Asla geri adım atmayacağız”, “Vuracağız, kıracağız” açıklamaları yapmak, barış ve demokrasi isteyenlere, çözüm talebinde bulunanlara hakaret, suçlama, tehdit, sövüp saymaya varan bir saldırganlık göstererek günü kurtarmaya çalışıyor.
Ya ülkenin geri kalanı?
Yani, bölge illerinde, hatta İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da, ... yaşayan Kürt halkı, dağlarda ve kentlerdeki çatışmalarda çocuklarını kaybeden Kürt aileler?
Kürt aileler de her gün 3, 5, 8, 10 cenaze alıyor, onların da ocaklarına ateşler düşüyor, onlar da Türk ailelerle aynı acıları yaşıyorlar. Üstelik de hükümetin, Genelkurmayın, basının ellisini, yüzünü, iki yüzünü “öldürdük”, “Etkisiz hale getirdik” diye intikam nutukları eşliğinde zil takıp oynadıkları gürültülü bir propaganda eşliğinde!.. Hükümet, ve mahalli yetkililer, sanki bu aileler Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı değil gibi davranıyor; ne cenazelere, ne taziyeye gidiyorlar.
Peki; “Hükümetin, ‘Kürt sorununun çözümü’ konusunda, ‘PKK’nin silah bırakıp teslim olması’ndan başka bir çözüm yolu var mıdır?” diye sorsak bu sorunun yanıtı nedir?
Ne yazık ki, bu sorunun yanıtı “Hayır!”dır.
Peki ya PKK silahları bırakmazsa, ya askeri yöntemlerle bu başarılamazsa ne olacaktır; bu savaş, bu şiddet, bu iki halkın birbirine karşı kışkırtılması önümüzdeki yüzyıl boyunca da sürecek midir?
Hükümetin tutumuna bakılırsa, bu sorun yanıtı ne yazık ki “Evet!”tir.
AKP Hükümetinin “çözümsüzlük” sonucu yuvarlandığı açmaz çukuru sadece Kürt sorununun çözümüyle de ilgili değil.
Suriye sorununda da aynı çözümsüzlük var!
Ne idüğü belirsiz “Suriye muhalefeti”, bir sınır kasabasını ele geçirip “Allahuekber” nidalarıyla gösteri yaptığında basınımız zafer çığlıkları atıyor. Bunun ötesinde “Suriye’de ne oluyor?”, “Uluslararası diplomaside Suriye sorunu nereye kaymış?”, “Bölgede neler oluyor?” bunlar Türkiye’yi ilgilendirmiyor.
Çünkü AKP Hükümeti, bir an önce Esad’ın devrilmesi ve Suriye muhalefetinin iktidarı alması dışında her çözüme sırtını dönmüş bulunuyor. Oysa BM Genel Sekreteri, daha dün, “Suriye sorununa iç savaş ve çatışmalarla bir çözüm bulunamaz” derken Standard and Poors da Suriye’deki gelişmelerin Türkiye için (öteki komşuları için de) ekonomik bakımdan da bir tehdit oluşturduğunu açıkladı.
Yukarıda; Kürt sorununun çözümüyle ilgili sorduğumuz soruyu burada da soralım;
Peki, Suriye muhalefeti Esad rejimini yıkmayı başaramazsa Türkiye Hükümetinin Suriye sorununa çözümü nedir; hangi çözümle yüzlerce kilometrelik sınırını güvenlik altına alacaktır?
Bu sorunun bir yanıtı var mıdır hükümetin gündeminde?
Başbakan ve Dışişleri Bakanının konuşmalarına bakınca tam bir çözümsüzlük sendromu ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor.
Hükümet ve onun her makamdaki sözcüleri, çözümsüzlük politikalarını eleştirenleri hain, düşman, alçak, şerefsiz, ... ilan eden bir çizgiye gelmiş bulunuyor. Bu hastalıklı çizgi aynı zamanda BDP’nin Meclis (yasal siyaset alanının) dışına itilmesinin sonuçlarını görmeyecek kadar derin bir siyasi bunalım yaratma girişimlerini üretmeye başlamıştır.
İç ve dış politikanın en kilit iki konusundaki çözümsüzlük siyaset alanını her tür provokasyona, küçüklü büyüklü burgaçlar oluşturmaya açık hale de getirmiş bulunuyor. Siyaset alanındaki burgaçlar, her iki konuda da son aylarda az çok aklı başında çıkışlara yönelen CHP’yi yeniden eski çizgisine doğru sürüklemeye başlamış (Oslo tartışmaları ve “terörle mücadele” üstünde yapılan açıklamalarda görüldüğü gibi) görünüyor.
Toplam açısından bakıldığında şu söylenebilir ki; “çözümsüzlük”ün kronikleşmesi, sadece hükümeti değil sermaye muhalefetini de “zehirlemiş”tir ve bu da demokrasi güçlerinin görevlerini ağırlaştırdığı gibi halkla birleşmenin, barış ve demokrasi mücadelesinin zeminini de olağanüstü genişletmiştir. Yeter ki, barışı, demokrasiyi ve özgürlükleri savunmada gerektiği kadar kararlı ve inisiyatifli davranılabilsin!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00