22 Eylül 2012 11:05

‘Kocaman’ gururdan istifaya...

‘Kocaman’ gururdan istifaya...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir hayal kırıklığı yaşamaya görelim. Bizim gözümüzde bunun bir numaralı sorumlu teknik adamdır ve hemen onu istifaya davet ederiz. Başarısızlığın temelinde yatan etkenleri irdelemeyi, sorgulamayı bilmeyiz. Bu, bilgi gerektirir çünkü. Yüzeysel yaklaşımlarla tepki vermek tipik tarzımızdır...
Fenerbahçe-Marsilya maçının ardından, Aykut Kocaman’a yönelik eleştiriler daha bir gür sesle dile getirilmeye başlandı. Alex ile yaşadığı “sorun” nedeniyle zaten bir kısım taraftarların hakkında homurdanmaya başladığı Aykut Kocaman, bir anda yeterliliği tartışılan bir konuma oturtuluverdi.
Biz böyleyiz!.. Sevdik mi, boğarcasına bağrımıza basarız... Ama aynı zamanda sabırsızızdır da... Beklentilerimiz gerçekleşmezse, kısa süre önce bağrımıza bastığımız kişinin hemen “kellesini” istemekten kaçınmayız!..
“Sen bizim Kocaman gururumuzsun!..”dan, “Aykut istifa!..”ya giden yol o kadar kısa ki... Fenerbahçe birkaç kötü sonuç daha alırsa belli ki, “Aykut Kocaman’ı istemezük” haykırışlarına karşı durabilmek hiç de kolay olmayacak...
Fenerbahçe ile Marsilya arasındaki yapısal farkı görebilecek bilgi ve birikimden yoksun olanlar, insafsızca Aykut Kocaman’a yükleniyorlar.
Belli bir aşamaya gelmiş, belli bir sistem ve oyun anlayışına sahip takımlarla başa baş mücadele edebilmek çok emek, çok zaman ister. Transfer ağırlıklı oluşturulmuş ve henüz toplama görüntüsünden kurtulamamış takımlar için ise daha çok emek, daha çok zaman ister. İşte bunun için “Altyapı, oyuncuların uzun süre bir arada oynaması ve bir oyun şablonuna sahip olmak büyük önem taşıyor” diyoruz.
KIT BİLGİYLE ELEŞTİRİ
Marsilya, üst düzey yardımlaşma ve dayanışma çerçevesinde takım oyunu sergilerken Fenerbahçe ise bazı futbolcularının anlık parlamaları, kişisel beceri ve girişimleriyle sonuca gitmeye çalışıyor.
Aslında Marsilya’nın çok daha derli toplu ve ne yaptığını bilen bir görünüm çizdiği karşılaşmada Fenerbahçe’nin 2 farklı bir üstünlük yakalaması şaşırtıcıydı. Tam da “futbolun cilvesi” olarak ifade edilebilecek bir durum söz konusuydu yani. Ama Marsilya 2-0 geriye düşse de oyun disiplininden uzaklaşmadan, telaşa düşmeden, buna karşılık temposunu her geçen dakika daha da artırarak mücadelesini sürdürdü ve bu çabasının karşılığında 1 puanı aldı.
Aykut Kocaman en çok oyuncu değişikliklerindeki tercihleri nedeniyle eleştiriliyor. Teknik adamların, kendi futbolcularını psikolojik, zihinsel, fiziksel ve taktiksel yeterlilik anlamında en iyi tanıyan, bilen kişiler olduğunu unutuyor, oyuncu tercihleri konusunda teknik adamlara akıl vermekten bir türlü vazgeç(e)miyoruz. İşi daha ileriye götürüp taktik ve oyun planı gibi konularda teknik adamlara parlak(!) öneriler sunan yardımsever(!) futbol alimleri(!) de eksik değil bu ortamda.
2-0 öne geçilen karşılaşmada son saniyelerde yenilen golle 2-2 berabere kalınmasını doğrudan Aykut Kocaman’ın Alex’i oyundan çıkarmasına bağlayan yorumlar ağırlıkta. Bir diğer günah keçisi de Bienvenu... O da topu ezmeyip uygun durumdaki arkadaşına pas çıkarsaymış skor 3-0 olacak ve galibiyet garantilenecekmiş!.. Medyadaki manşetler ve yorumlar hep bunu vurguluyor.
Bilgi kıt olunca yorumlar ve değerlendirmeler de ağırlıklı olarak oyuncular ve varsayımlar üzerinden yapılıyor haliyle.
Alex oyundayken de Marsilya oyunun hakimi değil miydi?.. Daha çok pas yapmıyor, daha çok şut çekmiyor, daha çok gol pozisyonuna girmiyor muydu?.. Yobo ve Volkan’ın maçın en başarılı Fenerbahçeli oyuncuları olduğu yolundaki yaygın görüş bunun göstergesi değil mi zaten?..
Aykut Kocaman, Alex’i çıkarmayıp maç 2-2 bitseydi bu kez de, yorulan ve yeterince savunma yapamayan Alex’i daha dinç ve mücadeleci bir orta saha oyuncusuyla değiştirmediği gerekçesiyle eleştirilecekti.
Takımlarımızdaki temel sorunların teknik adam değişikliğiyle giderilemeyecek kadar köklü olduğunu anlayamadığımız sürece daha çok teknik adamın istifasını isteriz... Bu işler o kadar basit değil ne yazık ki...

ÖZGÜVEN VE DAYANIŞMA

Özellikle maçın ikinci yarısında, attığı gol dışında Fenerbahçe’nin rakip kalede neredeyse hiçbir etkinliği olmadı. Gol pozisyonuna girmek bir yana üst üste 5 pas bile yapamadılar. 2 farkla geriye düşen Marsilya’nın ise ne morali ne de oyun anlayışı bozuldu. Son saniyeye kadar maçı bırakmadılar ve hak ettikleri puanı elde ettiler.
Fenerbahçe, bu maçı kazanabilirdi ama bu, sarı lacivertli ekibin Marsilya’dan daha iyi bir takım olduğunu göstermezdi. Yine Fenerbahçe’nin kadrosunda yıldız kabul edilen pek çok pahalı oyuncunun yer alması da Marsilya’dan iyi bir takım olduğunu göstermiyor. Futbol bir takım oyunu. Başarı yolunda en belirleyici etken, yardımlaşma ve dayanışma. Bireysel çaba ya da beceriyle bir maç kurtarılır, iki maç kurtarılır... İstikrarlı bir grafik yakalamak ise kolektif mücadeleyi belli bir oyun anlayışının motoru yapabilmekle mümkündür.
Bizim takımlarımız belirli bir şablonu, disiplinli bir şekilde 90 dakika boyunca sergilemenin henüz uzağındalar. Öne geçtikten sonra bir anda skoru koruma kaygısının ağır basması ve oyun anlayışına bu kaygının yön vermesi, taktiksel anlamdaki zayıflığı ortaya koyuyor. Oysa bunlar, maçtan önce konuşulması ve maç sırasında gerçekleştiğinde herkesin ne yapacağını bilmesi gereken durumlar. Tabii futbolcularda özgüven oluşturmak ve oyun anlayışı anlamında bir zihniyet değişimi yaratmak kolay değil. Hele ki teknik adamlara sabır göstermekte cimri olunan yerlerde...
Maçları sadece skor ya da oyuncu tercihleri üzerinden değil, ortaya konan futbol açısından değerlendirmeyi öğrenebilsek belki değişim ve gelişim yolunda ilk adımı atacağız ama öncesinde teknik anlamda bilgilenmek gerekiyor kuşkusuz.

RUHSAL SORUN!

Tabii Aykut Kocaman’ın bazı açıklamalarına anlam vermekte zorlandığımızı da itiraf edelim. Kocaman, sorunun fiziksel değil ruhsal olduğunu söylüyor. Bu seviyedeki oyuncuların üstelik de 2-0 öne geçilen bir karşılaşmada ne tür ruhsal sorunlar yaşadığını merak etmemek elde değil. Eğer burada skoru koruma kaygısının ağır bastığı bir ruh halinin olumsuz etkisinden söz ediliyorsa, Avrupa Ligi seviyesindeki futbolcular için böyle bir mazeret kabul edilemez. Bu seviyedeki oyuncular, 2 farklı öne geçtikleri bir karşılaşmada iyice geriye çekilip ayaklarına gelen topu, pas yapmayı hiç düşünmeden rasgele ileriye şişirerek maçı tamamlamaya çalışmanın en uygun oyun planı olduğuna inanıyorlarsa, ortada ciddi bir sorun var demektir.
Teknik direktörün ilk yapacağı işlerden birisi de bir tür refleks olarak devreye giren koruma psikolojisini ve bu psikolojiye bağlı olarak ortaya çıkan çağ dışı oyun anlayışını değiştirmek üzere futbolcularına özgüven kazandırmak değil midir?..
Aykut Kocaman’ın, “Taraftar bizim en büyük gücümüz” şeklindeki ifadesi de tuhaf. Elbette taraftarın futbolcular üzerinde yarattığı coşku ve motivasyon inkar edilemez ama bunu bir takımın en büyük gücü şeklinde ifade etmek, doğru mu?.. Böyle bir söylem futbolcuların özgüvenini zedelemez mi?.. Futbolcu her şeyden önce teknik direktörüne, kendisine ve takım arkadaşlarına güvenmeli, inanmalı... Ayrıca, taraftara “En büyük gücümüz” şeklinde misyon yüklemenin, zaman zaman örneklerine rastladığımız gibi geri tepen etkiler yarattığını da unutmamak lazım...
Yabancı oyuncular, “Taraftar bizim en büyük gücümüz” lafını duyduklarında acaba bundan ne anlar ve ne düşünürler?.. Taraftarın gönlünü hoş tutmaya yönelik abartılı popülist söylemlerden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?..

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa