Suç-ceza, adalet ve kamuoyu vicdanı!
Fotoğraf: Envato
21 ay boyunca süren orgeneralden astsubaya 359 askerin yargılandığı “Balyoz davası” olarak bilinen dava önceki gün sona erdi.
Yargılanan askerlerden 325’i, 20 yıla kadar varan ağır cezalara çarptırılırken 34 kişi de beraat etti.
Mahkemenin kararı, sanık aileleri ve avukatları tarafından tepkiyle ve protestolarla karşılanırken, bu davayı bir “siyasi hesaplaşma” olarak gören siyasi iktidar ve arkasındaki güçler dışındaki hemen her çevre, “adil olmayan”, “siyasi”, “hukuk ve adalet ölçüleriyle bağdaşmayan...” bir karar olarak değerlendirdi.
Bu dava, bazı kuvvet komutanlarının 2002-2003-2004 yılları içinde, bazı subay ve astsubaylarla birlikte “darbe yapmak” üzere hazırlık çalışması yaptıkları, bu doğrultuda “seminer” ya da toplantılar düzenledikleri iddiasıyla açılmıştır.
Kuşkusuz ki özel yetkili savcıların dava ile ilgili iddiası hukuki bakımdan ciddi bir suçlamadır. Ancak, davanın oluşturulması sürecinde en baştan itibaren; gerek kanıtların toplanması, gerekse soruşturmanın ve mahkeme safahatının çeşitli aşamalarında hiçbir hukuk normu gözetilmeden, keyfi, “Güç bendeyse istediğim gibi davranırım” diyen bir tutum egemen olmuştur. Örneğin bir mahkeme tüm sanıkları tutuklarken, ertesi gün bir başka mahkeme tümünü tahliye etmiş, ertesi gün bir başka mahkeme tümünü yeniden tutuklamıştır! Mahkeme safhasında da kanıtların değiştirildiği, sanık lehindeki kanıtların, bilirkişi raporlarının dikkate alınmadığı, sanıkların ve avukatlarının savunma haklarının kısıtlandığı, hatta hiç önemsenmediği, mahkemenin ne karar vereceğinin önceden belli olduğu bir süreç olarak işlemiştir.
Bugün kamuoyunda ”Darbeciler yargılanmış, cezalarını bulmuştur fikri mi egemendir?” diye sorarsak, bu soruya “evet” yanıtı vermek çok güçtür. Tersine egemen olan duygu, “AKP kendine muhalif gördüğü, kendisine ayak bağı olacağını düşündüğü TSK’deki Kemalist subayları temizlemek için ‘darbe hazırlığı içindeydiler’ bahanesini kullanmıştır” biçimindedir.
Evet, TSK içinde Türkiye’nin NATO’ya girmesinden beri cuntalar, darbeler yapmak için toplanıp dağılan gruplaşmalar hep olmuştur. Muhtemeldir ki 2000’li yıllarda da bu gruplaşmalar vardır. Ama artık arkalarına ABD’nin desteğini alamadıkları için de biraz ortada kalmış, işi lafa dökmüş darbeciler haline gelmiş olabilirler. Ancak bu analiz (tespit) savcılık soruşturmasına konu olacak ya da mahkemeye çıkarılacaksa elbette ki, lehte ve aleyhteki kanıtların açıkça ortaya konması gerekirdi.
Mahkeme sürecinde bu yapılmadığı gibi, tersine en baştaki “Bunlar darbecidir. AKP Hükümetini devirmek için darbe hazırlığı yapmışlardır” iddiasını mahkeme bir ön yargı olarak benimsemiş, bütün mahkeme safahatı bu ön yargının haklı olduğunu göstermek için düzenlenmiş bir “tiyatro”ya dönüştürülmüştür. Dolayısıyla da bir darbe hazırlığı varsa bile bu hazırlık mahkeme tarafından kanıtlarıyla ortaya konamamış, darbe hazırlığının gerçek faillerini ortaya çıkarmak, sadece askeri hiyerarşiden dolayı bu tür toplantılarda yer almış olanları ayıklamak (suçluyla suçsuzu ayırmak) gibi bir kaygı bile güdülmemiştir. Mahkeme kararında 359 kişiden 325’ine ağır cezalar verilmesi de bu kaygının hiç güdülmediğinin en açık kanıtlarından birisidir.
Kısacası Silivri’deki Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi, “Balyoz davasını” darbe “Balyoz davası” denilen davanın “darbe hazırlığı”, “eksik darbe girişimi” davası olduğuna kamuoyunu inandıramamıştır. Çünkü davanın siyasi karakteri, davanın ve diğer ÖYM davalarını AKP’nin tüm muhalifleri sindirme hamlesine döndürmesi, mahkemelerin bu amacın bir aletine dönüştürülmesi, var olan darbe hazırlıklarının bile ikna edici biçimde kanıtlanamamasına yol açmıştır. Bu yüzden verilen cezalara ilk tepkiler bile, kamuoyunun mahkemenin kararını adil olmayan, adalet duygusunu vicdanları yaralayan karar olarak algıladığını göstermektedir.
Bu elbette sadece “Balyoz davası” için de değil; KCK davası ve bu dava ile bağlantılı olan gazetecilerin, avukatların, sendikacıların, yerel yöneticilerin yargılandığı pek çok davada (ya da ÖYM’lerin baktığı pek çok dava) aynı “tiyatro” anlayışı içinde sahnelenmekte, duruşmalar önceden verilmiş kararlara bahane oluşturmak üzere kullanılmaktadır. AKP iktidarının adalet anlayışı budur!
Adalet, suç-ceza ilişkisi, hukuk, siyasetten bağımsız yargı mı, vicdan mı?
Bunlar raftadır ve sadece piyasadaki işlem hacmini artırmak için lazım olduğunda kullanılmaktadır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00