İki Dil Bir Bavul’u izleyenler Zülküf’ü mutlaka hatırlar. Öğretmeninin söylediği hiçbir şeyi anlamayan çocuklarla dolu sınıfın bir öğrencisi olarak yıla başlar Zülküf. Sınıf arkadaşları az çok Türkçeyi söktüğünde bile o hâlâ direnir. Öğrenmez, öğrenemez, anlamaz.
Filmin yönetmenlerinden Orhan Eskiköy’ün bu kez Zeynel Doğan’la birlikte yönettiği, İki Dil Bir Bavul’un diğer yönetmeni Özgür Doğan’ın da yapımcısı olduğu Babamın Sesi, Siverek’teki ilkokulun fazla uzağında olmayan Elbistan’da geçiyor. İşgale karşı kendi direnişlerini kendileri veren halklarına saygıyla biri Şanlı, diğeri Kahraman unvanı almış iki şehri bağlayarak, bu coğrafyanın çözülmemiş meselelerine odaklanıyor iki film de. Babamın Sesi’nin nisandaki gösteriminden sonraki bir söyleşimizde, Yönetmen Orhan Eskiköy “İki Dil Bir Bavul’daki Zülküf, büyüyünce Hasan olabilirdi” demişti.
Hasan, Babamın Sesi’nde ailenin iki oğlundan biri. Yurt dışında çalışan babasının, mektup yerine gönderdiği kasetlerde annesi Basê’ye sürekli ona dikkat etmesini, okuduğu kitapları beğenmediğini söylediği oğlu Hasan. Annesinin adının Türkçe olmamasının yadırganmasını göze alamayınca, kadının haberi olmadan nüfustaki adını Asiye diye değiştiren oğlu Hasan. Dağa çıkan, yıllarca kendinden haber alınamayan, annenin artık evdeki her tıkırtıya “Hasan?​” diye karşılık verdiği, her çalan telefonun öbür ucunda olduğunu umduğu Hasan.
Olmaz mı hakikaten? Zülküfler, Hasan olamaz mı? Olmaz mı ne demek, nasıl Hasan olunuyor ki, Zülküf’ün yaşadıklarını yaşamadan?
Ama İki Dil Bir Bavul’daki Zülküf’ü gören hiç kimse, “Bizde böyle şeyler olmaz”, “Teröre destek veriyor” gibi laflar gevelemeye cüret etmemişti. Gerçekti, yanlıştı ve yüz yıldır bir halka reva görülen zulmün bir tanecik bariz örneğiydi. En tahammül edemeyeni bile başını öne eğip sessiz kalmış olmalıydı.
Sonra o Zülküf Hasan olunca içe atılanlar patlayıverdi. Hafta sonunda Altın Koza’da en iyi film ödülünü alan Babamın Sesi’ni “Vatan evlatlarını şehit eden zihniyete destek olan film” gibisinden sözlerle karalamaya çalışanlar çıktı. Bunu bir sinema yazarı sosyal medyada yazdı, konuştuğu herkesin kendi gibi düşündüğünü de ekledi. Düşmanlık iklimi öyle hızlı büyüyüverdi ki, geçen yılın, önceki yılın meselelerini, ve tabii filmlerini de, böyle tartışmak kimsenin aklına gelmezken, şimdi en hafifinden ülke gerçeklerine temas etmek “onlardan” olmakla suçlanmak, dolayısıyla susturulmaya çalışılmak demek. Babaların sesleri kısılsın, Zülküf’ün sesi zaten duyulmasın, duyulsa da anlaşılmasın, zaten Türkçe konuşmayanlar yarışmalara bile alınmasın. Ülkeyi yönetenler saldırgan dillerini her gün daha da sivrilttikçe, sinema yorumlarına bunun yansımamasını beklemek hayalcilik olurdu. Diyelim yıllardır sonu gelmeyen savaşı çıkaran, ölümlerin tek sorumlusu, barışın önündeki tek engel dağdakiler olsun. Bir film Maraş’ta yaşanan katliamı, oğlu dağa çıkmış bir annenin hayatını, gurbetten gelen babanın sesiyle çerçevelenen dört bir yana dağılmış bir ailenin bugününü anlatmakla onlara destek oluyor denince, oradaki yanlışlığın baştan kabul edilmiş olduğu bile akla gelmiyor demek.
Umut yok mu? Var elbet. Yine Altın Koza’nın ödül töreninde yapılan barış vurguları ve tabii büyük ödülün Babamın Sesi’ne verilmesi, barış isteğine sinema alanından bir ses kattı. Bu, sese daha fazla kulak verilmesine olanak verecekse, filme ve ödüle emeği geçen herkesin düşmanlık ikliminin kırılmasına bir katkısı olacaktır mutlaka. Yine Orhan Eskiköy’e dönmeli, törendeki sözlerine; “Şimdi yeniden geri sarmaya başladı kaset ve bir hatırlatma yapmak istiyorum hükümete; 3 yıl önce sinemacıları bir araya toplayıp, ‘Bu barışa nasıl katkı sunacaksınız’ diye sorduğunda, sinemacıların vereceği tek cevap film yapmaktı. Biz üzerimize düşeni yapıyoruz. Lütfen siz de üzerinize düşeni yapın ve verdiğiniz sözleri tutun.” Asıl mesele orada, Zülküf’ü, Hasan’ı, onların filmlerini yapanları suçlamayı bırakıp, onları yaratanların yüzlerini barışa dönmelerini istemek.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et