Sinemaseverin payı
Fotoğraf: Envato
Yaz aylarında açık havada olmayı sevmeye hakkımız olan bir memleketimiz olduğu ortada ama bu yine de sinemaya gitmemeye yeminli olmak anlamına gelmiyor. Oysa sinemalarda, gece yarısı televizyonda gösterilen kötü filmler türünden yapımlar aylardır egemenlik kurdu da gitmek bilmedi. Sinema sezonunun açıldığını İstanbul’da Filmekimi ile anlamak bir gelenek, hem de giderek büyüyen bir gelenek oldu. Bu yılki programın önceki yıllara göre çok daha etkileyici olması da cabası. Zaten biletlerin satışa çıkar çıkmaz bitmesi ve üst üste ek seanslar konması, seyircinin de bunun farkında olduğunu gösteriyor. Bu filmlerin çoğu yıl içinde birer ikişer vizyona girecek muhtemelen ama şimdiden, gelecek hafta sonuna kadar sürecek Filmekimi’nden ilk göze çarpan filmlerden kısaca bahsetmek gerekirse... Bu yılın dünya festivallerinde öne çıkan, aynı zamanda yıl boyunca buralarda vizyonda beklenecek filmlere bakarak, sezonun müstakbel gözdeleri için de bir fikrimiz olsun.
MELEKLERİN PAYI
Viski fıçısından şişelere aktarılırken kaybolması normal kabul edilen küçük orana verilen admış. İngiliz işçi sınıfının yönetmeni Ken Loach, viskinin anayurdu İskoçya’nın Glasgow’unda başlayan filminde, hem sert bir yoksulluk manzarası, hem naif bir soygun hikayesi ortaya koymayı beceriyor, daha çok bir yarıda ilki, diğer yarıda ikincisi gibi. Mizahı pek başarılı, özellikle yoksullukla gelen bilgisizlik ve samimiyetle yüklü dayanışmanın altını çizmesi, güldürürken düşündürmenin başlıca sebebi. Senaryo Yazarı Paul Laverty, Gökyüzünde Bir Ayna’da üstlendiği oryantalist rolle şaşırtıp sinir bozduysa da, bu dayanışmacı emekçi öyküsüyle yine seyircinin gönlünü kazanmayı bilecek.
AŞK
Sert ve soğuk toplumsal eleştirilerin yönetmeni Haneke, en duygusal filmiyle seyirci karşısında. Bir yaşlı çiftin hastalık ve ölüm karşısındaki ilişkisi ekseninde bir kez daha aileye yönelttiği bakış, ilk görüşten itibaren insanın içine işleyen bir duygu yaratıyor, haliyle. Elbette yine ona özgü bir yabancılaştırıcı ton ara ara kendini hissettiriyor ama filmin tamamına egemen olan, bir Haneke filminden çok duygusal aşk filmlerinde rastlanabilecek bir içlilik. Oyunculukların başarısı muhakkak ama zaten filmin tamamında izleyeni sarsmayan bir tek kare yok.
DÜŞLER DİYARI
Etkileyici bir ilk film olduğu kesinse de, beklentiyi fazla yüksek tutmamakta yarar var. Güney ABD’de alabildiğine yoksul ve basit bir hayat yaşayan, çoğu siyah bir topluluğun hikayesinin anlamlı ve duygusal bir tonu var. Dahası, küçük kızın anlatımıyla iyice masalsı bir hava edinince, epey özgün bir film olduğunu belli ediyor. Müziğin, ağır yarı fantastik havanın, kızın sesi olan anlatıcının bu kadar yoğun kullanılması, filmi bir noktadan sonra yorucu hale getirebiliyor. Yoksulluğun en şiddetli haliyle gösterildiği, bu arada modern topluma karşı doğal hayatın ilkele kaçan bir şekilde savunulduğu, hem büyülü, hem sahici bir film. Gerçekli büyücülük gibi bir şey adeta.
CENNETTEKİ ÇÖPLÜK
Fatih Akın’ın Trabzon Çamburnu’daki çöplüğü konu edinen belgeseli, çoğu yerel bir kameraman tarafından çekilmiş ve Fatih Akın’ın sınırlı bir müdahalede bulunabildiği görüntülerden oluşuyor. Çöplük sürecinin filme alınmaya karar verilmesiyle olayın büyümesi arasında fazla zaman kalmadığı için hızlıca çekilebilen görüntüler, tüm eksikliğine ve acele kotarılmışlığına rağmen, devlet eliyle yapılan bir doğa katliamının başından sonuna nasıl gerçekleştiğini gözler önüne seriyor. İçi yanan Karadeniz insanının toprağıyla kurduğu ilişkiyi başarıyla yansıtması, filmin duygusunun önemli bir artısı.
ACI
Başında bir sahnede, karakterin eli kapıya sıkıştırılıyor, o ise tepki vermeden yine de içeri girmeyi başarıyor. Koreli Yönetmen Kim ki Duk’un, sinemadan uzaklaşıp içine ve acılarına döndüğü önceki filmi Arirang, bu elini kapıya sıkıştırmayı anlatıyorsa, Acı da ona rağmen içeri girmekten sonrasına dair. Acının her türlüsünün yaşandığı öyküde, bir psikopatın vicdan sahibi olması sürecine eğiliyor, bu kez çok daha sert olarak. Kafa yorduğu meselelerden olan insana içkin ebedi duygular ve her zaman göründüğü gibi olmayan davranışlar meselelerini, en beklenmedik ve sindirmesi zor haliyle sunuyor. Kim ki Duk’un sevenleri için heyecan verici olmayı hak eden bir film.
HAVANA’DA 7 GÜN
Tek şehir üstüne çok yönetmenli filmlerin dışarıdan, hatta tepeden bakışları zaten yeterince can sıkıcıysa, bu filmin ilk kısımlarındaki turistik manzara resmen sinir bozucu. Aynı yazarın öykülerinden uyarlanmış olmaları az çok bir bütünlük hissi yaratıyor. Ticari iş yapacak olan rastgele tercihler yerine, Havana’yı anlamayı becerecek yönetmenlerin seçilmesi, bir yerden sonra yabancı havanın dağılmasına yardımcı oluyor. Eğlence mekanlarını saymazsak kalabalık gürültülü aileler en çok akılda kalan. Filistinli Elia Suleiman’ın, kendini hem yakın hem uzak hissettiği, Avrupalı turistlerin şımarıklığından Fidel’in uzun konuşmalarına kadar dikkatini çeken gözlemlerini paylaştığı filmi, özellikle ilgiye değer. Toplamındansa derli toplu bir Havana resmi çıkacağı yok, olsa olsa kimi duygulu esintiler.
- Androidler üç boyutta ne düşler? 06 Ekim 2017 01:00
- Yedi kişilik oyun 01 Eylül 2017 01:00
- Erkeklere gününü gösteren pehlivan 18 Ağustos 2017 01:02
- Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu 28 Temmuz 2017 00:15
- Zombilere karşı iki tutum 21 Temmuz 2017 01:00
- Maymun nasıl maymun oldu? 14 Temmuz 2017 00:15
- Sürüden ayrılanı kamera kapar 07 Temmuz 2017 01:33
- Ey ruh, sen kimsin? 30 Haziran 2017 00:52
- Karanlık Çağ’da vampirlere karşı 08 Haziran 2017 23:52
- Genç Karl Marx: Bir başlangıç 19 Mayıs 2017 01:00
- Kaygı'yla gerçeği hatırlamak 12 Mayıs 2017 00:30
- Beyazlar Afrika'da neler çekmiş 05 Mayıs 2017 00:59