Tek adam tek parti tek ekonomi!
Fotoğraf: Envato
AKP’nin dördüncü büyük kongresi bugün Ankara’da toplanıyor. Türkiye’nin gündeminin en tepesine oturmuş iddialı bir kongre! Türkiye’nin önündeki on yılı yönetmeye aday. Sloganı da bu yönde: “Büyük millet büyük güç hedef 2023.”
Nasıl bir strateji izleyecekler? Geleceğe dönük nasıl bir vizyonla hareket edecekler? Kongrede hangi vurgular öne çıkacak?
Bu soruların cevapları pek bilinmez değil! Zira kongre nedeniyle “televizyon mesaisi”ni artıran Başbakanın televizyonda yaptığı konuşmalara ve AKP’nin resmi sitesinde öne çıkan vurgulara bakarak bulunabilir.
Kongre öncesi durum şöyle özetlenebilir: Seçim sürecinde izlediğimiz filmin günümüz koşullarına uyarlanmış halini izleyeceğiz. AKP seçim kampanyasında, cumhuriyetin 100. yılını, yani 2023’ü hedef gösteriyordu. Kampanyasında ‘liderleşen Türkiye’ ve ’Yeni Osmanlı’ hayalini pazarlıyordu. 2023 vizyonda beş ana hedef vardı: İleri demokrasi. Büyük ekonomi. Güçlü toplum. Yaşanabilir çevre ve marka şehirler. Lider ülke.
Kamuoyunun, AKP yönetici ve reklamcılarının kanısı, kampanyanın hayli başarılı olduğu yönünde… Kanının sahipleri, genel AKP seçmeninin dışında kalan yüzde 15’lik bir bölümün AKP’nin sunduğu “liderleşen Türkiye” hayalinin peşinden geldiğini düşünüyor.
O dönem kampanyada kullanılan, iç içe geçmiş ve birbirinin devamı olan iki strateji bugün de aynen kullanılacak.
Stratejinin ilk ayağını icraatlar oluşturuyordu. Şimdi de açın bakın AKP resmi sitesine orada 9.5 yıllık iktidar döneminin öne çıkarılan icraatlarını göreceksiniz. Başbakanın konuşmalarında da keza öyle!
Tabi küçük farklılıklar var. Önceden AB’ye tam üyelik öne çıkarılırken şimdi “Almanya Fransa bizi istemiyor” söyleminin öne çıkarılması gibi… Güncel eklemeler de yapılmış. “Sınıf mevcudu en fazla 30 olacak” vb.
Stratejinin ikinci ayağını ise ‘yeni bir kalkınma hamlesi’ vaadi oluşturuyordu. AKP şimdi bu kongreden sonra bu stratejisini daha güçlü bir şekilde haykıracak. ‘Güçlü toplum’ yerini ‘büyük millet’ vurgusuna terk ederken büyük güç (ekonomik ve siyasi) imgesi hafızalara kazınmaya çalışılıyor.
Özellikle ekonomik yan çok öne çıkarılıyor: “2023’te dünyanın 10. büyük ekonomisi”, “Kişi başına 25 bin dolar”, “500 milyarlık ihracat” vs…
‘Siyasi güç’ olma meselesini bir kenara bırakarak işin ekonomi boyutuna bakalım.
ÖNEMLİ OLAN VİZYON MU?
Ekonomik alanda öne çıkarılan ‘ilk güç’ gösterisi büyüklük sıralaması olacak. AKP diyor ki; “Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz. 2001 krizinden sonra AK Parti’nin akılcı ve sürdürülebilir tedbirleriyle toparlanan ve küresel krizin etkilerini en az hisseden Türkiye ekonomisi, GSYH açısından 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecek.”
Sıralamadaki yer kadar o sıralamaya nasıl girildiğidir asıl önemli olan! Ama yine de önce Türkiye’nin ilk 10 ülke içinde olup olmayacağına bakalım.
İngiliz Bankası Standard Chartered, dünya ekonomisinin geleceğine projeksiyon tutan bir rapor hazırladı. En büyük ekonomileri ve tahmini GSMH büyüklüklerini içeriyor. İlk 10’da olacaklar arasında sırasıyla şunlar var: Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Endonezya, Japonya, Almanya Meksika, Fransa ve İngiltere.
Türkiye’nin adı en büyükler arasında yok.
Enerji tüketimi, enerjiye sahip olma gibi kıstaslar üzerinden bakan raporlarda da Türkiye’nin adı yok!
Şimdi burada birileri “Önemli olan sıralama değil böyle bir vizyona sahip olmak” diyebilir. O zaman vizyonu sorgulayalım.
Türkiye’nin büyüme vizyonu yeni sanayi hamlelerine, teknolojik atılımlara, geniş kitlelerin refahına mı dayanıyor? Hayır!
Neye dayanıyor? Geç kapitalistleşen ülkelerin ucuz emek, kirli sanayi, kirli enerjiye dayanan üretim modeline.
Bu alanın ‘en iyileri’ kim? Çin ve Hindistan!
Çin ve Hindistan büyük nüfus ve yoksulluk baskısıyla kendilerine yepyeni bir dünya kurdu. Örneğin Çin ‘siyasi istikrarsızlığa’ göz yummuyor. İnsan haklarını, emeği en acımasız şekilde çiğniyor ama yine de yolundan dönmüyor.
Türkiye’nin bu ülkelerin ulusal ve uluslararası pazarlarına girip büyük bir ekonomi olmasının yolu bu ülkelerin yaptığının daha kötüsünü daha beterini yapmaktan geçiriyor. Boşuna değil hükümetin ekonomi kurmaylarının asgari ücreti Çin’le kıyaslamaları.
Örnekler çoğaltılabilir ama uzatmamak adına “Önemli olan sadece vizyon mu?” diye sorup geçelim!
BU İHRACAT BELİMİZİ KIRAR!
“Hedef 500 milyar dolar ihracat! 2002 sonunda 36 milyar dolardan aldığımız ihracatı, 2023’te 500 milyar dolara çıkaracağız”.
AKP’nin bu iddiası karşısında 2010 ve 2011’in yıllarında Türkiye’nin dünya rekorları kıran büyümesine ve ihracatına bakarak sonuçlar çıkarabiliriz.
Çin’le yarışan ekonomik büyüme, ihracata (ihracat rakamlarındaki artışa rağmen) değil, iç tüketime ve yatırımlara bağlı olarak gerçekleşti. Dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durumun bir sonucu olarak dışarıdan sıcak para ve kaynak aktı. Şirketler akan parayı yatırımlarında, hane halkı da tüketimde kullandı. Özellikle otomotiv, konut, beyaz eşya satın almaları ile ithalat ve ithalata bağımlı sanayi büyümesi yükünü tuttu.
Sonuç borç batağı ve büyük cari açık! Tüketici kredileri, kredi kartı borçlanmaları ve borcu borçla kapatma için başvurulan ihtiyaç kredileri hızla tırmandı. Ağustos 2012 sonunda borçlar 280 milyar liraya dayanmış durumda. TÜİK’e göre 100 aileden 62’si borçlu.
‘Olağanüstü bir performansla’ gösterip ortalama yüzde 9’luk büyüme döviz açığını (cari açık) da milli gelirin yüzde 10’u gibi rekor bir düzeye tırmandırdı. Yani bir tarafta ‘havalı’ bir büyüme diğer tarafta rekor bir döviz açığı...
Bu vahim tablo karşısında Türkiye’nin ekonomiyi soğutmak için frene bastığında neler yaşadığını bugünlerde görüyoruz. İç talep daralınca, özel yatırımlar durunca ‘ıkınarak’ ihracat yapmaya çalışıyor.
Nafile bir uğraş! Türkiye’nin sanayisi ve sanayi ihracı ithalata öylesine bağımlı hale gelmiş ki… Yapabileceği sadece ‘bir gıdımlık yoksullaştıran ihracat’ o kadar.
Eee nasıl yapılacak 500 milyarlık ihracat? Şu ana kadar ki şekliyle yapılırsa 500 milyarlık ihracatın oluşturacağı cari açığı hayal bile edemeyiz!
Makas değişikliğine dair de en ufak bir iz yok! Bıraktık alternatif bir ekonomik anlayışı burjuva iktisadi alternatifler bile yok: Cari açığı azaltıcı ithal ikameci politikalar, ihracatı teşvik edici kur politikası, yıkıcı rekabeti engelleyen korumacı gümrük politikaları vb…
RANTLA BÜYÜK OLUNUR MU?
İstanbul, Ankara ve İzmir için “Çılgın Proje”leri yine sahne alacak. AKP yine kent rantlarını ‘atılım ve kalkınma’ olarak pazarlayacak.
Devlet şu an ne yatırımı yapıyor? Duble yollar, hava meydanları, kayıtlara girmeyen TOKİ yatırımları…
Özel sektör ne yatırımı yapıyor. Gökdelen, AVM, otel, konut sitesi, enerji.
Bu yatırımlar çimentodan demir-çeliğe, elektrifikasyondan boyaya onlarca sektörü canlandırıyor.
Peki, nereye kadar?
Büyümesi ucuz emeğe ve dışa bağımlı. Türkiye ekonomisi yurt dışından kaynak bulduğu sürece ucuz emek kullanıp büyüyor. Enflasyonda bile aynı olguyla karşı karşıya. Döviz kurları istikrarlı gittiği sürece sorun yok! Döviz kurları fırladığında ise enflasyon çift haneli oluveriyor.
Özetle AKP’nin elinde tek bir ekonomik model var: Rantı öne çıkaran bağımlığı baki bir model… Ödettiği onca bedele rağmen nerede toslayacağı belirsiz bir model!
PUPA YELKEN BU YOLDA DEVAM!
Ekonomideki teklik siyasette çok daha belirgin!
Türkiye’nin önündeki on yıl konuşuluyor ama vitrinde sadece AKP var, Erdoğan var.
Bu muhalefeti yok! Alternatifi yok!
Güç vurgusu Erdoğan’ın şahsında toplanmış. Kendisi cumhurbaşkanı olacak. Böylelikle başkanlık sistemi olmadıysa güçlü bir cumhurbaşkanı olacak. Dünün, “Cumhurbaşkanında çok yetki var” itirazları cumhurbaşkanının yetkilerini artırmaya dönüşecek.
AKP’yi, 10 yıllık süreç içerisinde öne çıkmış güçlü isimlere (Gül Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi) bırakmayacak. Kendi gücü altında vizyonunu sürdürecek kişilere teslim edecek. Hayal edilen ekonomi için gerekli, ezen ama istikrardan taviz vermeyen… Tek adam prototipinde birleşmiş… Tek bir parti…
Seçim kampanyalarında TV kanallarına dönen bir AKP reklamı vardı. “Aynı yoldan geçmişiz biz. Aynı sudan içmişiz biz” diye başlıyordu. Genç yaşlı, zengin fakir, köylü kentli, başı açık başı kapalı onlarca sıradan seçmenin kullanıldığı ulusal birlik mesajı vermeye çalışan bir reklam.
Hani özünde aslında kültürel, etnik, sınıfsal farklılıkları yok sayan faşist bir altyapıya sahip reklam.
Şimdi pupa yelken bu yolda devam!
SİYASİ RAKİBE YUMUŞAMA YOK!
Balkon konuşmasının ötesinde bu kongrede 10 yıllık bir vizyon konuşması yapılacağı kesin! O nedenle çok kapsayıcı, yumuşak bir dil bekleyenler yanılıyor.
Kimse vefa da beklemesin. Mevcut hedeflere taş koyan hedefe konulacak!
En iyi örnek Taraf gazetesinin başına gelenler.
Taraf gazetesi, “Anketlere göre halkın yüzde 56’sı cumhurbaşkanının Abdullah Gül olmasını istiyor” haberini yapınca… Gazete bizzat başbakan tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Oysa o gazete askeriyedeki, Erdoğan’ı güçlendiren temizliğin önemli bir süpürgesiydi. Vefanın bu siyasette yeri yok! Kongrede gönüllerini çelebilecek birkaç cümle duyabilecek liberallere duyurulur.
Siyasi rakiplere karşı da hiçbir yumuşama da olmayacak.
Başbakanın BDP’ye yönelik tutumu bunun kanıtıdır.
“İmralı’yla da görüşülebilir” denilirken bile sert bir dille BDP dışlanıyor: “Teröristle kucaklaşanla görüşmem.” Bunun da ötesinde BDP’li bazı vekillerin “dokunulmazlıklarının kaldırılması” için girişimlerin hızlanacağının sinyalleri veriliyor.
Kapsayıcı değil güçlü ve tavizsiz yani!
KAPSAMA MI MANEVRA MI?
Başbakan Erdoğan, PKK saldırılarını durdurmak üzere “Oslo süreci”ni yeniden başlatmaktan… İmralı’yı da görüşmelere katmaktan söz ediyor.
Kongrede daha kapsamlı ve kapsayıcı bir çözüm mesajını verme ihtimalinden söz ediliyor.
Gazetemizin önceki günkü baş yazısında bu durum ‘oyalama taktiği’ olarak ele alınmış ve şöyle denilmişti: “Nitekim Başbakanın; ‘Terörle mücadele, siyasetle müzakere edeceğiz’ demesinin üstünden bir yıldan fazla zaman geçti ancak müzakereye dair hiçbir girişimi görülmedi. Sadece sıkıştıkça “görüşme de olabilir” demekle yetinildi. Kısacası hükümet, “görüşmeyi” sorunu çözmenin bir girişimi olarak değil toplumda bu doğrultudaki beklentiyi istismar etmek ve kamuoyunu oyalamak için kullanmaktadır.”
Bu dönem sertlik, teklik, siyasi rakibe baskı öne çıksa da Kürt sorunu meselesinde ayağa dolanma söz konusu.
“1.5 ayda biter. Ergenekon’un uzantısıydı şimdi soluğunu keseriz” denilen PKK süreçten güçlenerek çıktı. Suriye politikası açmaza girdi… Türkiye’nin Güneydoğu’su daha sorunlu hale geldi. Gaziantep, Hatay gibi kentlerde ticaret durdu. Ortadoğu’ya, Afrika’ya ihracat darbe aldı. İçerideki ve Suriye’deki savaş ciddi bir ekonomik yük getirmeye başladı. Toplumsal olarak zehirlenmenin ötesinde yoksullaşmayı artıran bir süreç ilerliyor. Türkiye Kürt sorununu çözemedikçe bölgesinde lider olma hayali kararan bir ülkeye dönüşmeye başladı. Süreç kendini dayatıyor. Oyalama taktiğinin zemini daralıyor. AKP’de bir çıkış arıyor ama nasıl?
- Ezdirmemek ne kelime suyunu sıktılar 26 Aralık 2024 06:55
- Et ithalatı da sürer gıda pahalılığı da 08 Kasım 2024 11:17
- Türkiye BRICS’te de kapıda bekletiliyor, kapının ardı cennet değil ki! 24 Ekim 2024 13:08
- Bütçenin özeti: Hem yakacak hem kıracak 19 Ekim 2024 07:06
- Şimşek’in haraç şovu 16 Ekim 2024 04:57
- İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! 09 Ekim 2024 04:39
- Patronlardan 21. yüzyılda 19. yüzyıl talepleri: Bir adım ötesi zincire vurmak 28 Eylül 2024 06:47
- Erdoğan’ın ABD temasları: Mesaj mı yoksa yalvarış ve temenni mi? 26 Eylül 2024 06:27
- Fiyatlar artarken enflasyon düşüşünün yorumu: Kağıt üstünde düşüş, kemikte hissediş 04 Eylül 2024 05:53
- Vergi listesindeki 3 çeşit yüzsüzlük 29 Ağustos 2024 05:34
- Çin istilasına yol! 27 Ağustos 2024 05:10
- 12 şirket neden Varlık Fonu’na devredildi? 22 Ağustos 2024 04:55