Babıâli Günlerine nostaljik bir yaklaşım
Fotoğraf: Envato
İstanbul’da doğup büyüme şansına erişmiş biri olarak bu kentin tutkunu olduğumu vurgulamalıyım. Şimdilerde çarpık yapılaşmadan nasibini almış, kalabalık, gürültülü, betona kesmiş bir mega kent görüntüsü verse de İstanbul’a olan tutkumda, karşılıksız sevgimde bir değişiklik olmuyor. Küçük kaçamaklarda bile gözümde tütüyor İstanbul. Diyebilirsiniz ki şimdi bu söylediklerinin Babıâli ile ne ilgisi var. Biraz kişisel algınsa da var elbet. Gözümü dünyaya açtığım yer Çemberlitaş. Çocukluğum, ilk gençliğim Beyazıt, Gedikpaşa, Piyer Loti ve Sultanahmet semtlerini birbirilerine bağlayan cadde ve sokaklarda geçmiş. Arnavut kaldırımlarında koşmuş, arsalarında top oynamışım. Ihlamur, Atkestanesi ve Çınar ağaçları ile bezeli sokaklarını, caddelerini şimdi çok ama çok özlüyorum. Eski mahallemin küçüğü büyüğü ile tüm insanlarını da. Çeşitli kökenlerden ayrı din ve mezheplerden o insanlar ki orada evrensel bir insanlık barış ve dostluk adası yaratabilmeyi becermiş, biz çocuklara da dostluk ve katıksız insan sevgisini aşılayabilmişlerdi. İlkokula ünlü Azak sinema ve tiyatrosunun da yer aldığı tiyatro caddesinin üzerindeki küçük bir okulda, ortaokula ise İstanbul Erkek Lisesinde başlamıştım. Hukuk Fakültesi’ne de Beyazıt’ ta... Basın mesleğine adım attığım Selim Ragıp Emeç’in “Son Posta”sı Cağaloğlu Çatalçeşme sokaktaydı. 1950’li 60’lı yıllarda Cağaloğlu ülkenin ünlü doktorlarının bulunduğu, gazetelerin, yayınevlerinin, kitapçıların ve irili ufaklı matbaaların yer aldığı gözde bir semt olarak bilinirdi. Mesleğe başladığım yıllarda Son Posta’nın dışında, Milliyet, Hürriyet, Vatan, Dünya, Akşam, Cumhuriyet, Anadolu Ajansı, Türk Haberler Ajansı, Son Havadis gazeteleri ile öğleden sonra yayınlanan Gece Postası, Ekspres, Son Dakika, Her Gün hep Cağaloğlu havzası içinde ayrı sokak ve caddelerde konumlanmış olsalar da aralarındaki mesafeler birbirlerine çok yakındı. Bu çalışanların sıkça buluşabilmelerine, birbirlerini gazetelerde ziyaret edebilmelerine, zaman zaman haber paslaşmalarına da olanak sağlıyordu. Kısaca gazeteciler arasındaki dayanışma ve dostluğu pekiştiren bir yakınlık diyebiliriz buna. TGC, TGS ve TSYD gibi meslek örgütlerinin de aynı havza içinde yer almasının gazeteci örgütlenmesine katkısını da gözden uzak tutmamalıyız. Belki de “Babıâli Günleri” nostaljisinin doğuş noktası da buradadır. 1990’lardan sonra İkitelli Plazaları ile başlayan yeni medya düzeninde ucuz emek ön plana çıkarken haber kaynakları halktan koparılan, masa başı gazeteciliğine itilen, güvencesiz, sendikasız bir gazeteci topluluğu yaratıldı. Haliyle giderek gazeteci gazeteciye yabancılaştı. Umuyoruz ki Babıâli Günleri meslektaşlar arasında kopukluğu bir ölçüde giderecek etkinliklerle bir geleneğe dönüşsün. Babıâli gazeteciliğinin usta çırak ilişkileri, muhabirliğin olmazsa olmazı haber atlatma heyecanı, futbolun dışında edebiyatın, sinema, tiyatro ve müziğin de konuşulup tartışıldığı gazete koridorları yeniden hatırlansın. Medya çalışanlarının ellerinden kayıp giden hakları, haber özgürlükleri, sosyal güvencelerini geri alabilmenin yolunun da ancak mesleki dayanışmadan, angaje değil salt gazetecilikten ve örgütlenmeden geçtiğini de unutmadan…
- Sabah esintileri 20 Kasım 2024 04:25
- Kayıp ülkem 13 Kasım 2024 04:05
- Samimiyetinizi sevsinler! 06 Kasım 2024 04:40
- Umut yaprakları 23 Ekim 2024 03:07
- Anılarda bir gezinti 16 Ekim 2024 04:47
- Çığlık 09 Ekim 2024 04:10
- İçe bakış 25 Eylül 2024 01:47
- Çivisi çıkmış toplumda çocuk olmak 18 Eylül 2024 04:28
- Çıkmaz sokak 11 Eylül 2024 04:44
- Çocuğun gördüğü düştür barış 04 Eylül 2024 04:10
- Orman Siyaseti 21 Ağustos 2024 04:24
- Akıncı ruhlar 14 Ağustos 2024 04:53