Ahlaksız kılavuz mahkemede: KESK’liler anlatıyor
Fotoğraf: Envato
“-Motive edici kaynaklarımıza saldırıyorlar, kaynaklarımızı azaltıyorlar
-Meşrutiyetlerimize saldırıyorlar
-Dürüstlüklerimize saldırıyorlar
-İnsanları kurumlarımızla çalışmaması ve katkı sağlamaması için teşvik ederek
kaynaklarımızı azaltmak istiyorlar
-Bilgi kaynaklarımızı kurutmak için her yolu deniyorlar
-Bilgisiz ve devre dışı bırakmak istiyorlar
-Medyayı bizlerden bahsetmemesi konusunda yönlendiriyorlar
-Bizlerin (alanlarımızda) uzman olmadığımızı, kendi isteklerimize hizmet ettiğimizi, sadakatsiz olduğumuzu (ülkeye, değerlere vb.) iddia ediyorlar...”
Tüm bu söylenenler için hükümet eyleyenlerin görüş ve uygulamalarına katılmayan her kurum kendilerini anlattığım duygusuna kapılabilir. Bu an gelir bir sendika, an biter bir meslek odası benzeri emek örgütü ya da bir gazete olabilir. Oysa “başımıza gelenler misali” yukarıda anlattıklarım kuru bir tespitten ibaret değil. Tüm o cümleler harfiyen Sağlık Bakanlığının hedefleri ve çalışma yöntemleri için başvuru kitabı olarak hazırlanmış bir kitaptan alındı. Şimdilerde adım adım uygulanıyor. Güncel ve yakıcı hedef ise KESK’li kadın tutuklular.
Bir kitap düşünün ki devlet bütçesi ile hazırlanmış; üstelik baş editör olarak Sağlık Bakanı Recep Akdağ imzası ile çıkmış olsun: “Sağlık Reformu’nun Doğru Yapılması: Performansın ve Hakkaniyetin Geliştirilmesi İçin Kılavuz”
İşte bu kitap Sağlık Bakanlığının dayattığı sağlık politikalarına itiraz eden her kişi ve kurumu “düşman” ilan ediyor. Evet yanılmadınız; kendileri gibi düşünmeyen, mücedele yürüten herkesi kurum içi eğitim kitabında açıkça “düşman” olarak tanımlıyorlar. Üstelik bunun etik (ahlaki) olmadığını söylemekten çekinmiyorlar. Yazının başında dile getirdiğim tespitleri ise hayata geçirilmek üzere emir kipi kıvamında bürokratlarına emrediyorlar.
Başta KESK’li kadın tutuklular olmak üzere son dönem gözlenen tutuklamalarda savcılık iddianemelerine baktığımızda Sağlık Bakanlığının ilgili kitabının hayata geçirildiği duygusu uyanıyor. Üstelik hükümet üyelerinin zaman zaman söylemekten çekinmedikleri “yargıya müdahale edebildikleri” iması ve ve bu konudaki yaygın kamuoyu algısı kuşkuyu güçlendiriyor.
Yarın Ankara Adliyesinde yargılanacak KESK’li kadın tutuklular bir anlamda şimdilik Sağlık Bakanlığından sızan ama muhtemeldir ki tüm devlet kurumlarında benzerleri kotarılmış “düşman” yaratıcı, “gayrı ahlaki metinler” içinden alınmış emir kiplerinin mağduru olarak ifade verecekler.
Yargılanan bizim onurumuz, emek, barış ve özgürlük mücadelemizdir. İşkencenin bizzat işkence görende yaratacağı bedensel ve ruhsal travmadan ziyade toplumu hedeflemesi misali bu dava da esas olarak örgütlü ve diri kesimleri hedefliyor.
Biz sağlık çalışanları; KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, önceki dönem SES başkanı ve halen SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, Tüm Bel-Sen Kadın Sekreteri Güler Elveren şahsında tüm arkadaşlarımızın
serbest bırakılmalarını bekliyoruz. Biliyoruz ki bu dava adil değil.
Barış için bir hatırlatıcı: Hipokrat
Geçtiğimiz hafta sonu emekli-Sen Konak Şubesinin düzenlendiği bir panelde emeklilerin sorunları paylaşıldı. Konuşmacılardan birisi olarak benim payıma da sağlık ve sosyal güvenlik boyutu düşmüştü. Panel sonrası geçmişten tanığım bir hekim babası anlattıklarım
üzerinden değil de “Kürt meselesi” konusunda beni on saniyede sınava çekmek istedi. Bu konuda çözüm nedir diye sorunca, imalarındaki şoven gölge beni hekimlik zırhına itiverdi: Bir hekim olarak Hipokrat andının bin yıllardan gelen deneyimine güvendiğimi; Kürtler, Türkler ve tüm diğer halklar için hayatın her alanında bu sağlık andının tercüme edilerek uygulanmasının sorunun çözümüne katkı sağlayacağını söyledim. Hoşuna gitmediğini hızla uzaklaşmasından hissettim.
Hipokrat andı olarak bilinen metin günümüzde bizim ülkemizde de kısmen değiştirilmiş hali ile tıp mezuniyet törenlerinde okunmaya devam ediyor. Şimdi barışa giden yolda Hipokrat andındaki bazı cümleleri birlikte okumaya ne dersiniz?
”Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı
insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum.”
Peki; neden bu ülkede salt hekimlerden bu cümleye sadık kalması beklenir? Bu
ülkenin tüm insanları, hele yöneticileri “Hayatlarını insanlık yoluna
adamadan” neden imtina eder?
”...Saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma, sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma, hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime...”
Bu arındırıcı sözleri neden salt hekimlerden bekleriz?
”Din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, insan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim.”
Alın bir toplumsal uzlaşı taslağı. Herkes hekim yerine kendisini koysun ve and içsin; ne dersiniz?
Sağlıcakla kalın, barışla daim olun!
- Barış kokusu: Ege denizi 09 Aralık 2024 04:53
- İnsandan inşaata demir eksikliği 02 Aralık 2024 04:48
- Bir davayı seyretmek: Başka bir sağlık sistemi mümkün 25 Kasım 2024 04:43
- Kırmızı kurdele: AIDS ve çocuk 18 Kasım 2024 04:04
- Hekim grevleri tüm dünyada tarihsel bir eşikte 11 Kasım 2024 04:50
- Özelleştirme yolunda aile hekimliği ya da sağlık hakkımız 04 Kasım 2024 04:11
- 2025 ya da sağlık: Yeni sağlık bütçesinin ipuçları 28 Ekim 2024 04:35
- Sağlıkta kayıp kuşak: 0-23 yaş arası ve AKP'li yıllar 21 Ekim 2024 04:53
- Hangi antidepresan bize eşitlik, özgürlük, adalet getirebilir ki! 14 Ekim 2024 04:00
- Koruyucu sağlık hizmetleri: Önlenebilir her ölüm cinayettir 07 Ekim 2024 04:55
- Koku ve hafıza 30 Eylül 2024 04:26
- Yapay zeka insan haklarından neden korkar? (1) 23 Eylül 2024 04:29