Barış mücadelesi verilecekse!
Fotoğraf: Envato
AKP Hükümetinin halk indinde en çok tepki toplayan politikalarından birisi “Suriye politikası”dır.
Suriye’ye bir dış müdahale de dahil her yolla Esad rejiminin devrilmesi için müdahaleyi savunan AKP Hükümetinin bu politikasına halkın büyük çoğunluğu karşıdır.
En son yapılan bir ankete göre Türkiye halkının yüzde 76’sı Türkiye’nin Suriye’ye tek başına müdahale etmesine karşı; yüzde 59’u ise “BM kararı bile olsa Türkiye Suriye müdahalesi içinde yer almamalı” diyor.
Ama önceki gün AKP Hükümeti, Akçakale’ye düşen top mermilerini bahane ederek Suriye’ye (hatta bütün yabancı ülkelere) asker gönderme yetkisi aldı; böylece de AKP ve MHP’li vekillerin oylarıyla halkın isteğinin tam tersine bir karar Meclisten çıkartılmış oldu.
Evet, “Hükümete Suriye’ye asker gönderme yetkisi veren tezkerenin çıkmış olması savaş kararı anlamına gelmez” ama böyle bir tezkerenin çıkmış olması demek, savaş kışkırtıcılarının ekmeğine yağ sürmek, bir savaş çıkması için provokasyon girişimlerinin prim yapması, terörist grupların daha çok saldırı, daha çok cinayet, daha çok suikast için cesaretlendirilmesi demektir.
Hükümet ve yandaş basının bastırması sonucu, dün hükümetin Suriye politikasına az çok karşı duran basın organlarının bile hemen savaş boyalarını sürüp yollara düşmesi elbette ilginçtir. Üstelik de “Tezkerenin savaş ilanı anlamına gelmediği”, “Suriye’nin topa tutulmasının değişen angajman kurallarının gereği, Esad’a bir had bildirme”, “Hükümetin tutumunun da son derece soğukkanlı olması”na övgüler eşliğinde!
Bu, böyle her durumda tanık olduğumuz, bu yüzden de bildiğimiz bir manzaradır. Ve ortam gerildikçe, basın ve sermaye muhalefetinin en sallantılı kesimlerinin tutum ve taraf değiştirmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Hükümet de ortamı gerip savaş tamtamlarını çaldırarak aslında bu kesimin saf değiştirmesinin önünü açmak istemiştir. Çünkü hükümet bilmektedir ki, bu kesimdeki safların hükümet doğrultusunda sıklaştırılması, “Suriye’ye müdahale”, “Suriye ile bir savaş”, “Suriye’ye tampon bölge kurulması” vb. müdahalelerine karşı duran halk kesimleri içinde bir yarılma yaratmak için önemlidir.
Kuşkusuz ki burada, barış talebinin güçlendirilmesi ve hükümetin savaş ve çatışma doğrultusundaki girişimlerinin önünü kesmek için sorumluluk en başta ülkemizin demokrasi güçlerine düşmektedir. Sermaye basınının hükümetle giderek, Suriye politikası konusunda yakınlaşmasının nedenlerini teşhir etmek, çıkarılan tezkerenin anlamını ve içeriğini sergilemek, halk kesimleri içinde ülkenin nereye sürüklendiği, bugün böyle bir savaş ve gerilim ortamından kimlerin çıkarı olduğuna,… bu gelişmelerin Ortadoğu ve dünya açısından nasıl vahim gelişmelere yol açacağına,… dair gerçeklerin açıklanması önem kazanmıştır. Elbette sadece basın açıklamaları ve ilk akla geldiği gibi dar çevrelerin eylemleriyle sınırlı bir tepki değildir kastedilen. Tersine kastedilen, geniş bir aydınlatma faaliyeti, bildiriler, broşürler, duvar gazetesi vb. araçların kullanılması, demokrasi mücadelesi mevzisinden yayın yapan basın ve TV kanallarının kullanılmasından doğrudan emekçi semtlerinde panel, konferans, türü toplantılar, geniş kesimlere yönelik bir ajitasyon, yerel ve kentler çapında mitinglere kadar pek çok imkanın bir arada kullanılmasıdır.
Halk yığınlarının hükümetin politikaları karşısında aktif bir mücadele çizgisine gelmeleri için demokrasi güçlerinin bu alandaki çabaları belirleyicidir. Çünkü böyle güçlerin karşı karşıya geldiği bir konuda sadece hükümetin politikasına “karşı” olmak, bunu bir ankette ya da söyleşide ifade etmek yetmez, bütün barış ve demokrasi güçlerini birleştirmek, bunların bir güç olarak siyaset sahnesinde yer almasını sağlamak gerekir. Aksi halde hükümet, halkın şu kadar kesimi politikasına “karşıymış”a bakmaz, bakmıyor da. Nitekim hükümet, halk çoğunluğuna karşın, Suriye’ye müdahale için tezkereyi geçirmiş, bir müdahale için bölgedeki gerilim artırıcı girişimleri de sürdürmektedir.
Ya da “Kentsel dönüşüme” (rantsal dönüşüm diyor halk) büyük çoğunluk karşıdır ama dün, Başbakan görülmemiş biçimde fakir fukaranın evini yıkmak için tören düzenleyerek, “Evlerinizi yıkacağız” demekten geri durmadı. Çünkü bugüne kadar hükümetin bu politikası karşısında duranlar gerekli gücü henüz oluşturabilmiş değil. Çünkü egemenlerin anladığı dil, gücün dilidir. Onun için de AKP 4. Kongresi’nde temel slogan daha “Büyük Güç”tü! Ve ancak “büyük güç” daha büyük bir güçle önlenebilir.
İster Suriye politikasında, ister “kentsel dönüşümde”, ister eğitim ya da sağlık sorununda, ister Kürt sorunu ya da öteki başlıca sorunların çözümünde!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00