Yıkıcılık
Mahalleye dozer gelmiş, yıkım başlayacakmış. Duruyor orada anıt gibi. Tehdit eder gibi. Sizi evinizden, sokağınızdan, mahallenizden, hayatınızdan edeceğim der gibi. Herkesin bunu seyretmeye niyeti yok. Kimse görmeden küçük bir operasyon. Dozer inceden ateşe veriliyor. Sonra seyreyle gümbürtüyü. Polisin dozeri kimin yaktığını bulmaya çalışması, pek acıklı.
Bir mahallenin yıkılmasının ne anlama geldiğini hatırlatmakla kalmıyor yeni dizi Ağır Roman Yeni Dünya. Yıkıma karşı durmanın heyecanına seyircisini de katıyor. Biraz mahalle delikanlılığı, biraz entrika, biraz aşk katkısıyla. Değil yüzlerce, bir mahallenin yıkılması, kolay kolay sevinilecek bir olay değil, görüldüğü gibi. Oysa, henüz sıra kendi evine gelmeyince insan o kadar ince düşünmeyebiliyor. Afet riski taşıdığı için, düzensiz olduğu için binaların yıkılmasını savunmak, söze gelince kolay. Büyükşehirlerde, hele İstanbul’da yılların çirkinliğiyle inşa edilmiş onca semtin manzarasını seyretmeye doyulmuyor değildir belki. Peki milyonlarca ailenin evinden olmasını seyretmek midir çaresi?
Epeydir sesi soluğu çıkmayan, “ustalık” döneminde coşmaya karar veren bir gazete, Türkiye, dün manşetinde yazmış mesela; “En güzel yıkım!” 6 buçuk milyon konutun yıkılacağını anlatan bir haberde bile “Yıkmayı değil, huzurlu yuvalar inşa etmeyi hedefliyoruz” lafını inandırıcı bularak kullanabilenlerin varlığının kanlı canlı ispatı. Evi yıkılanlara ne olacağını da anlatacak değil elbet.
Memleketin yarısı yıkılırken, esnafın nereye gideceği, mahallelinin işinden, alıştığı sokağından ne kadar uzağa gönderildiği, kira yardımının ne işe yarayacağı gibi onca belirsizliği Evrensel’in haberlerinde okuyanlara anlatmaya gerek yoktur ya, “Ne kadar da güzel yıkıyorlar” naraları başka bütün sesleri bastırsın diye yükseliyor, her seferinde daha gür. Bir yandan “Yıkmıyoruz” diye diye yıkmak var demek hesapta. Bir yandan da yıkmayı övmek. Demek yıkmakta olumlu anlamlar aramak peşinde bazıları, hafiften de olsa.
Oysa, eskiden mi daha sık kullanılan bir kalıptı, şimdilerde raporlarda, resmi metinlerde mi kaldı da duymaz olduk. “Yıkıcı ve bölücü faaliyetler” birlikte anılarak memlekete yönelik “iç tehdit”leri oluştururdu. Belki, yıkmak ve bölmek işinin gerçek uygulayıcıları artık gizlenemez olduğundandır, olumsuz anlamların es geçilmesi. Bir de onun bölücülük kısmı var, malum.
Bugün yıkımları alkışlamadıkları zamanlarda gezme tozma yemek yapma programları verecek olan televizyon kanallarında rastlamazsak sürpriz olmasın. Ama Ankara’da bu ülkede var olduklarını duymayan kulaklara duyuracak olanlar var. Aleviler. Biz de varız demek, farklı muamele istemiyoruz demek, Sünni nasıl yaşıyorsa öyle yaşamak derdindeyiz demek, vatandaşı bölmeyin demek ya aslında. Koca Neşet Ertaş’a kendi töreninizi dayatmayın demek ya. Kimisi Suriye’ye savaş açma nöbetleri geçiriyor diye Alevileri düşmanlaştırmaktan bile çekinmiyorsa, bir cevap gelmeyeceğini sanmasın.
Bir yandan dozerleriyle, bir yandan tankları, toplarıyla yürüyüp gidenler bu halk ne diyor diye durup hiç dinlemeyecekmiş gibi yapsınlar, istedikleri kadar. Ama ondan sonra, vay efendim dozeri kim yaktı?
Evrensel'i Takip Et