Savaşa bu denli hevesli olunursa!
Fotoğraf: Envato
En azından Hitler, Mussolini’nin at koşturduğu altmış küsur yıldan beri ülkeler, savaşı kutsayan bir propagandadan, daha da önemlisi kendisini bir çatışmanın, savaşın içine çekecek “ilkeler”, kayıt ve koşullar ilan etmekten uzak durmayı neredeyse “gelenek” haline getirmişlerdir.
Son aylarda Türkiye, adım adım bu geleneğin dışına çıkarak, çatışma, savaş heveslisi bir ülke görüntüsü sergiliyor ve adım adım kendisini otomatik olarak, karşı tarafın isteği ile çatışmaların, savaşın içine çekilebilecek bir çizgiye savurmuş bulunuyor. Oysa normalde devletler eğer bir çatışmaya girecekse, bir savaşta yer alacaksa bunu karşı tarafın en istemediği, kendileri için en uygun zamanda yaparlar. Ama Türkiye, Suriye ile “angajman kurallarını değiştirerek” Suriye’nin istediği zaman Türkiye’yi savaşa çekeceği, hatta Suriye muhalefetinin provokatif girişimleriyle Türkiye’yi Suriye ile savaşa itebileceği bir hatta sürüklenmiştir. Şimdi de geçtiğimiz perşembe günü çıkarılan “tezkere” ile bu karşı “tarafın belirleyeceği koşullarda savaşa girme”nin “tetiği” herkesin kullanımına açılmış bulunmaktadır.
Sabah gazetesi dün, “Tezkerenin Dört Gizli Kodu” diye tezkerenin arkasındaki niyetleri açıkladı.
Tezkerenin gizli kodları, Türkiye’nin savaş hevesini sergiler mahiyettedir.
Sabah’ın haberine göre tezkerenin “dört kırmızı çizgisi” var. Bunlardan birincisi; Türkiye’ye herhangi bir saldırı olursa (Suriye’nin attığı top mermilerinin Türkiye’ye düşmesi ya da doğrudan Türkiye topraklarını hedef alan bir saldırıya karşı) ona misliyle karşılık vermek. İkincisi, Suriye’deki Süleyman Paşa Türbesine bir saldırı olursa, buna yanıt vermek, gerekirse buraya takviye askeri birlikler göndermek. Üçüncü “kırmızı çizgi” ise; PKK ve bölgedeki diğer Kürt grupların Türkiye’nin istemediği “oluşumlar” yaratması halinde bunlara izin vermeyerek askeri tedbirler almak. Dördüncüsü; sığınmacıların bulunduğu ülkelerde (Ürdün, Lübnan, Irak gibi) sorun çıkarsa ya da bu ülkeler Türkiye’den yardım isterse bu ülkelere asker gönderme!
Başbakan Erdoğan’ın önceki gün “Ne barışı bee!” anlamına gelen ve “Cenge hazır olun!” çağrısı ile süren ifadeleri bu gelişmelerle birleştiğinde elbette sadece en milliyetçi çevrelerin nabzını okşayan bir propaganda olarak kalamamaktadır. Tersine bunlar Türkiye’nin bölgedeki çatışmalar içine çekilmesi, Türkiye’yi bölgesel savaşlar çıkarmanın hem tetikleyicisi hem de asli faili olmasının otomatiğe bağlanması anlamına gelmektedir.
Çünkü yukarıdaki dört kırmızı çizgi bile kendi başına Türkiye’yi şu ya da bu çatışmanın, Suriye ile Irak ile bir savaşın içine çekmek için yeterli bahaneler üretmeye dayanak olacak mahiyettedir.
Kuşkusuz Türkiye’nin böyle bir badireye sürüklenmesinin baş nedeni, Türkiye’nin batı emperyalizminin bölgenin yeniden biçimlendirilmesi stratejisine bağlanarak, bölgede bu stratejiyle uyuşmayan ülkelerde yeni rejimler kurulması operasyonunun ileri karakolu rolünü (Buna “bölgesel güç”, “bölgesel lider ülke” rolü de deniyor) üslenerek çatışma ve bölgesel savaşların çekim alanına girmesidir. AKP iktidarı, onun Erdoğan-Davutoğlu ikilisi yeni Osmanlıcılık olarak bilinen yaklaşımlarını Amerikan stratejisiyle uyumlaştırıp batı emperyalizminin stratejisine kendi hayallerini ekleyerek ülkeyi maceracı bir dış politika çizgisine çekmiş bulunmaktadırlar. Tıpkı geçmişte Almanların peşine düşen Enver Paşa’nın Orta Asya maceracılığı gibi!..
Dolayısıyla bugün AKP Hükümetinin çizgisi de komşularıyla gerilimli ilişkilerin sürdürülmesi ve bu gerilimlerin de askeri güçle çözülmesi üstünedir. Onun içindir ki Başbakan “Eğer barış istiyorsan hazır ol cenge!” demeyi genel bir yaklaşım, kapitalist dünyanın bir gerçeğini hatırlatmaktan öte Türkiye’nin komşularıyla savaşmaya hazır olması anlamında kullanmaktadır. Bu yüzden gazeteler dün onun bu sözünü manşete çekmiştir. Yoksa elbette ki emperyalist ülkelerin ve tekelci grupların yön verdiği bir dünyada ilelebet barış mücadelesi güçle de kazanılacak bir mücadeledir. Ama gerçeği “barışın önemine” vurgu yapmak için kullanan kimse , “Barış istiyorsan hazır ol cenge!” formülasyonunu barış isteyenleri suçlayarak ve sıcak bir savaş özlemini de, “Biz buraları savaşla aldık” (2071 hedefi de bu “savaş istemi”yle, fetihçilikle bağlantılıdır) diyerek, söyleminin ruhuna içselleştirerek ifade etmez.
Kısacası AKP’nin iç ve dış politikadaki çözümsüzlüğü onun içeride de dışarıda da askeri güç kullanma heveslerini, bu doğrultudaki girişimlerini artırıcı yönde hareket etmeye zorlamaktadır. Bu da hem barışın, hem de barıştan yana güçlerin mücadelesinin önemini öne çıkarmaktadır. Çünkü mücadele etmeden barış kazanılamaz.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00