Her savaş sınıfsaldır
Kapitalist üretim tarzını kendinden öncekilerden ayıran temel özellik üretimde makinanın kullanımıyla birlikte ihtiyacın üzerinde üretimin yapılmasının “olanaklı” kılınmış olmasıdır. İhtiyacı aşan üretimin sürdürülebilirliği realizasyon sorununu da beraberinde getirir. Yani üretilen emtianın satış sorunu. Kimin kime neyi satacağı pazardaki konumuna ve rekabet üstünlüklerine bağlıdır.
Söz konusu aşırı üretim, hem kapitalist devrevi krizlerin sebebi hem de bu krizlerden çıkış için kullanılan anahtardır.
2008 kapitalist dünya krizinin ortaya çıktığı günlerden itibaren sıklıkla üzerinde durduğumuz şey; krizin aşılmasının yegane yolunun krizin yükünün kademeli biçimde geç kapitalist ülke halklarının sırtına yüklenmesi olduğudur.
Öncelikli olarak erken kapitalist ülke devletleri “kurtarma” adı altında trilyonlarca doları kendi halklarının cebinden alıp batık tekellerin kasasına yatırdı. Ancak bu çözüm o anı kurtarmak içindi. Ardından geç kapitalist ülkelere yeni ticaret anlaşmaları dayatıldı. Bunlara en yakın örnek ABD ile Güney Kore arasında imzalanan ve suni bir “Kuzey Kore Krizi” ile taçlandırılan tahakküm sözleşmesidir.
Ancak tek başına bağlayıcı yeni ticaret anlaşmaları yeterli olamazdı. Hızla erken kapitalist ülkelerin emperyal düşlerini de okşayacak biçimde geç kapitalist ülkelerin boyunduruk altına alınması ve böylelikle doğal kaynaklarının, insan güçlerinin sermaye birikimi için yedeklenmesi gerekiyordu.
Arap Baharının Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında ateşlenen kısmı bununla ilgilidir. Elbette bunu söylerken, Mısır’daki sendikal mücadele veya yine bölgedeki birkaç ülkedeki organik mücadele dinamiklerini de yadsımıyoruz. Ancak nihayetinde dönüp dolaşıp gelinen nokta hem bölge halklarını emperyal güçlerin kontrol alanına katmış hem de onları tekelci kapitalist silah şirketleri ve destekçisi kapitalist devletlerin pazarları haline getirmiştir.
Bugün ABD, Rusya, İngiltere gibi ülkelerin elinde dünyayı onlarca kez yok edecek güçte patlayıcı bulunmaktadır. Bunların kısım kısım da olsa satışı için yerel, bölgesel çatışmalar ve belki III. Paylaşım Savaşı’na ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’nin karakolculuk rolünü üstlendiği BOP kapitalist erken kapitalist ülkelerden geç kapitalist ülkelere aktarımı için planlanmış bir yapıdır. Türkiye bu projede aracı konumundadır. Bu aracılık kısa vadede ekonomik çıkarlara hizmet ediyor gibi gözükse de bulunduğu coğrafyanın jeopolitik hassasiyetleri gözönünde bulundurulduğunda proje her an geri tepebilecek özelliktedir.
Elbette her savaş sınıf savaşı değildir ancak her savaşın sonucu sınıfsaldır.
Şimdi Ortadoğu coğrafyası ve Suriye’de olup bitenler bir yandan mezhep öte yandan da bir tür iktidar kavgası gibi gözükse de ciddi sınıfsal temelleri vardır.
Savaş öncesi, savaş sürerken ve savaş sonrasında kaybedenler yoksul halk kesimleridir. Yoksul halk kesimleri hem savaşa bizzat katılarak can verir hem de savaş sürecindeki yıkımlardan en çabuk etkilenir. İşi varsa kaybeder, evi varsa yıkılır gider ve açlığa, sefalete sürüklenir.
Gemiyi terk edecek paraya sahip kaptanlar (!) ise soluğu dünaynın en korunaklı coğrafyalarında alır, savaş sonrasında ise “yendien yapılanmanın” mimarları olarak yeniden gözükür. Bu süreç sermaye birikimini inanılmaz biçimde artırır. En iyi duygularla ve bir tür özsavunma olarak yaşanan Kurtuluş Savaşı sonrasında bile sermaye birikim süreci bütün acımasızlığıyla işlemiştir.
Tüm bu yazdıklarımı hepimiz biliriz. İşte bu sebeple halklar kardeştir. Halklar savaş istemez. Halklar aç yatıp aç uyanmamak, onurluca yaşamak için savaşır!
Evrensel'i Takip Et