09 Ekim 2012 10:41

Alavere dalavereye karşı!...

Alavere dalavereye karşı!...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Adı en son olarak Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu olarak değiştirilen yasa taslağı yaklaşık beş yıldan beri Meclisin eşiğinde, hükümetle patron ve işçi sendikalarının arasında kurulmuş bir masada duruyor. Aslında durmuyor; durmadan değiştiriliyor; değişiklikleri kimin yaptığı belli olmasa da ikide bir şunlar değişti, bunlar değişti diye birbirinin zıttı haberler çıkarılıyor; tepkiler verilip alınıyor, “şu tarihte mutlaka çıkacak” diye tarihler veriliyor, bu yasa çıkacak diye mevcut yasaların uygulaması durduruluyor,... sonra bütün bu söylenenler unutuluyor, ta ki yeniden bazı değişiklikler yapıldığına dair haberlere kadar!
Şu günlerde bir kez daha bu yasa taslağı üstünde son aşamaya gelindiği söyleniyor. SGBP ve DİSK dün, yasa ile ilgili taleplerini bir kez daha dile getirdi.
Yıllardan beri sendikalar ve sendikalaşmak için harekete geçen işçiler, bu yasal düzenleme ile yetki sorunlarının kolaylaşacağını, sendikal rekabetin etkisiz hale geleceğini, barajın sorun olmaktan çıkacağını bekliyorlardı. Ancak öyle anlaşılıyor ki, “Hurufiler” yasa taslağının Meclise gelmesinin hemen öncesinde; “Hak-İş’e bağlı orman, büro ve medya işkolundaki yetkisiz sendikaları nasıl yetkili hale getirir de öteki konfederasyonlara bağlı sendikaları zora sokarım” diye düzenlemeler yapmış. Üstelik Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Türk-İş’e bağlı sendikalara rağmen, hatta Türk-İş yönetimindeki diğer arkadaşlarının da bilgisi dışında atmış imzasını bu yeni düzenlemelerin altına.
Bu da ister istemez; “Kumlu’nun Türk-İş’teki misyonu doldu ve ve hükümet, Hak-İş’i hükümet sendikası olarak yeniden organize ederken, Türk-İş’i de parçalayarak küçültme ve hizaya getirme operasyonunu sürdürecek” değerlendirmelerine haklılık kazandırıyor.
Tabii sendikal hareketi az çok izleyenlerin aklına, Türk-İş’i “AKP’nin arka bahçesi” yapma kongresi olarak ilan edilen 21. Genel Kongresi öncesinde Başbakan Erdoğan’ın Türk-İş’ten ayrılıp AKP’den vekil olmak isteyen Kumlu’ya “Bir dönem daha Türk-İş’in başında kalmasını istediği” biçimindeki o günlerde dillendirilen söylentiler de geliyor. Ve elbette bugün artık Kumlu’yu önce Tes-İş sonra da Türk-İş’in başından “sallamak” için yapılan girişimlerle birlikte düşünüldüğünde Kumlu’nun Hak-İş ve hükümetle böylesi yapışık hale gelmesi “anlaşılır” da oluyor.
Bu, alıp vermeler, konfederasyon başkanları düzeyinde iğrenç ilişkiler artık sendikal hareket içindeki çürümenin, kokuşmanın boyutunu göstermektedir. Ancak bu kokuşmuşluktan, bu çürümüşlükten bile ders alınmazsa, Kumlu’nun ya da Kumluların sendikaların başından gitmiş olmasının da sendikal harekette gerçek bir yenilenmeye yol açmayacağını görmek gerekir. Çünkü sendikal hareketin sorunu sendikacılığın bir mücadele alanı olduğu, işçilerin yeni hak kazanmasının, bırakalım yenisini kazanmayı eski haklarının korunmasının açık mücadeleyle olabileceği gerçeğini, bu işçi sınıfının mücadelesinin en önemli dersini unutmuş olmasıdır. Bu yüzden de sendikal hareketin kazanımları işçi (sendikacı)-patron-hükümet üçlüsü etrafında işçi haklarının tartışıldığı masaların oluşturulduğu her yer ve zamanda, “işçiye yeni haklar verilecek” tartışmasıyla başlayan görüşmeler, işçinin mevcut haklarının bile tırtıklanıp, gasp edildiği pazarlıklar olmuştur. Bugüne kadar da bunun bir tek istisnası yoktur.
Bugün sendikalara yönelik yeni düzenlemelerin bu hale gelmiş olmasının nedeni de sendikal camianın haklı taleplerinin arkasına işçinin gücünü koymamış olmalarıdır.
Bu gerçek üstünde anlaşılmadan, sendikal mücadelenin işçilerin yığınsal olarak kendi talepleri için mücadeleye girdiği bir hareket olduğu çizgisine geçilmeden “iyi sendikacı kötü sendikacı” farkının bile anlamının olmadığı bir kez daha görülmüştür.
Evet henüz yasa çıkmamıştır ve hâlâ işçilerin gücü devreye sokulabilir. Ama bunu yapabilme pozisyonunda olanlar bunu yapar mı?
“Göreceğiz” diyelim!...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa