Sözlük adını kullanan internet sitelerinin konuşma diline kazandırdığı bir kullanım var. “Sözlük diliyle konuşmak” gibi (ifade edilebilecek bir dil bu). Bitmemiş cümleler kullanarak kendini ifade etme anları (artık olağanlaştı). Yüklemsiz cümle kurmak (bunun tam adı). Siteler zaten başlıkların altına onu açıklayıcı ifadeler girerek çalıştığından, bu başlıkların yüklemsiz olmalarında şaşacak bir şey yok. Ama oradan bir durumu tarif etmek adına günlük dilde kullanılmasına gelmek, enteresan bir argo yaratmış oldu. Eksik yanı yüklemi, yani cümleyi cümle yapan öğesi, tek başına cümle sayılan öğesi, bu diyalogda, ortada yok.
Sonuçlarından belki birincisi, içinde bulunulan anı tanımlama yeteneğinin gelişmesi, ikincisi, yarım bırakılmış, yargı belirtmeyen, (varsa bile) fikrini dile getirmeyen ifadelerle anlaşmaya başlamak. Cümleyi tamamlamadan da konuşup anlaşabilmek mümkünse, zaten kimsenin kimseden bir hükme varmasını, hatta bir fikre sahip olmasını beklemediğini düşünebiliriz sanki.
Sinemada bir şey söylemeye çalışıyor görünen filmlerin bile benzer bir hali olduğunu fark etmek, cümlenin ortasında kolay olmayabilir. Aklına bir film fikri gelen kimileri, zaten bir fikir sahibi olmakla aradan sıyrılıyor. Ama yarım cümleler halinde kendilerini tanımladıklarında, yargıya giden yolda yorulup kalmakla maluller. Her film başı sonu olan tamamlanmış bir hükmü iletmek zorunda değildir elbet, bir duygu durumunu, bir insanlık halini, bazen bir soruyu ifade eder ama bunu nedenini sonucunu, etkisini tepkisini, ötesini berisini, başını kıçını eksik bırakarak yaparsa, açıkta kalır. Yüklem bir yana, özneden de tümleçten de mahrum bırakılmış laflara inat, tanımını kesin yargılar peşinde olmakla sınırlamayıp arz edilen bütünlüğe cümle dersek, o ihtiyaç daha anlaşılır olur, herhalde.
Altın Portakal’ın en iyi filmlerinin bile bir yarım kalmışlık hissi vermelerini bunu tartışmadan anlamlandırmak mümkün olmayacak. Örneğin Derin Düşün-ce, “çocuk tacizi meselesine parmak basmak” üzere yola çıkmıştı belki ama onu nasıl anlatacağına yeterince kafa yormayınca, ortaya çıkan sonuç kendisinin tacizci olmakla suçlanmasına vardı. Ya da Hile Yolu, Hrant Dink cinayetine göndermeler yapan kontrgerilla tetikçilerini anlatacak belli ki, ama ne diyor “Tetikçiler de insan” mı, “Onlara da yazık” mı, “Bu memlekette çok pis şeyler dönüyor” mu, o kadarcık mı? Toprağın Çocukları’nın konusu mesela, “Köy enstitüleriyle ilgili”. Nutuk atmak dışında o eğitimi anlamak, anlatmak hak getire. Güzelliğin On Par’ Etmez bir en iyi film, onunki şöyle: Bir çocuk var dertleriyle, babası var o bir başka, abisi var derdi başka, komşusu var enteresan, okulu var, ee, tamamlayabilene aşk olsun. Yarışmanın en iyi filmleri olduğu üstünde birçoğunun anlaştığı örnekler bile bir şeyler istiyor sanki. Küf, bir bekleyiş hikayesi, ama bıraktığı eksiklik herkesi pek ikna edemiyor. Zerre, bir işsiz kadının mücadelesine başlıyor, tam ne diyeceğini bilemediğinden bitemiyor.
Bu filmler yine en iyileri. Başka birçoğunu konuşmak bile olacak iş değil. Ama cümlemizin derdi benziyor.
14 Ekim 2012
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
9 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
evrensel.net
BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Evrensel'i Takip Et