20 Ekim 2012

Sanat ve farkındalık

Yaz gelince Ege’nin kasabalarının kıpırtıları artar, kültür sanat festivalleri başlar. Bu yılın son festivallerinden  biri Söke’de. (Söke denince benim aklıma Kocagözler geliyor: Samim Kocagöz, Halil Kocagöz, Ferzan Gürel. Bir de Orhan Çubukçu. ) Bu yıl dokuzuncusu yapılan Söke Sanat Edebiyat Ve Kitap Günleri.17 Ekimde başlayıp 19 Ekimde Ülkü Tamer’den Refik Durbaş’a, Yusuf Alper’den Orhan Alkaya’ya şairleri dinledi izleyiciler. Adnan Özyalçıner, Doğan Hızlan edebiyat değerlendirmeleri yaptı. Orhan Çubukçu anıldı. Beşparmak dergisi de, yazarları, şairleriyle (Talat Avcı, Bekir Yurdakul) oradaydı. Haluk Çetin’in müziğini, şairlerin şiirlerini dinledik. Keşke sizler de orada olsaydınız..
Bu toplantının asıl genel teması önemliydi bence: Sanat ve Farkındalık. Gerçi uzun bir süredir yazar milletine yüklenen sorumluluklar yüzünden,  Refik Durbaş gibi  “Farkındalık hep bana / bana mı düşer usta?​” diyecek duruma geldik ama...
Neylersin sanatla uğraşmak için kimi özellikler gerekiyor.
Uzun zamandır olayları daha doğrusu olup bitenleri iyi bilmek, özelliklerini tanımak anlamında kullandığımız “farkındalık” aslında felsefi bir terim. Mantıksal ve ruhsal uyanıklık anlamına geliyor ve “spritüel edebiyat” denilen ruhsal edebiyatta çok sözü ediliyor. “Yaşam koçu” denilen insanı ruhsal olarak derleyip toplamaya, huzurlu olarak yaşamaya yönelten psikologlar da bu kavrama önem verip insanın kendi iç dünyasını tanımasının önemini vurguluyorlar. Bir terimi yerleşmiş anlamından daha değişik anlamlarda kullanma yasağı yok. Biz kendi maksadımıza göre kullanmayı sürdürürüz. Nasılsa “Kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki kişilere, bir bütün olarak içinde yaşadığı  ilişkin farkındalığı, yaşanan deneyimlerden kendiliğinden doğan kendinin farkında olma durumuna” “bilinç” demiyor muyuz?
Sanatın makaleden ya da gazeteden farkı düşünülmezse, sanatta farkındalık adına hatalar yapabiliriz. Sanatın açıklamaları değil bence uyarıları olur: “Bak kardeş orada bir çocuk aç” der mesela. Ya da “Bak kuşlar gene gelmişler.” Sen her bahar gelen kuşlarla ilgilenmezsen ne yapsın şair, ressam, müzikçi. Sen senden önceki mimarın her santimetresi kullanılır, iklime ve çevreye uygun binaların kendi yaptıklarından farkını anlamazsan neylesin Mimar Sinan? Sanatçının farkındalığı iletmesi her zaman kolay değil ama iletenlerin güçlüleri hâlâ yaşıyor. Bakın Goya’ya... Ya da Kathe Kolltwitz’e (1867-1945).
Kolltwitz, Almanya’da akademilerin kadınlara kapalı olduğu dönemde doğmuş bir gravür sanatçısı. Gravürü çoğaltılarak yaygınlaştırılabileceği için seçmiş. Babası onun yeteneğine inandığı için özel ders aldırmış. Sonra bir sanat okulu bulunmuş. Kathe’in evlenme isteğine ressamlığını engelleyeceği düşüncesiyle karşı çıkmış. Ama Kathe hem ressamlığı hem “burjuva evliliği”ni yürütebileceğine inanmış. Sigorta doktoruyla evliliğinde işçilerin ve kadınların dünyasını da resimlerinde işlediği anneliği de daha iyi öğrenmiş.
1844’de ayaklanan dokuma işçileriyle ilgili bir piyesi seyredince bu konuda bir dizi resim yapar. Yıl 1895’tir. Resimleri hem Kayzer’in karısının tepkisini alır. Kayzer onu “kaldırım/sokak ressamı”olarak niteler. Kayzerin karısı onun sergisini açmayı ve sergiyi gezmeyi reddeder.
Kathe’in iki oğlu vardır ve savaşın kitle çılgınlığı içinde ikisi de savaşa çiçeklerle süslenerek gider. Küçüğünün yaşı askerliğe uygun değildir ama gönüllüdür. 1918 Savaşın bitiminden kısa bir zaman önce Peter savaşta ölür. Onun ölümünün dördüncü günü Ozan Richard Dehmel SPD organı Vorwats’de “Dayanın!” başlığıyla savaşa yeni gönüllüler ister. Açık bir mektupla Kathe Kollwitz, Dehmel’i “Artık kimse savaşta ölmemeli!” diye yanıtlar.
Mektup şu sözlerle son bulur: “Yeterince insan öldü! Artık kimse şehit olmamalı! Richard Dehmel’e karşı oluşumun nedenini, daha büyük birinin (J. W. von Goethe kastedilmektedir) söylediği şu sözlerle açıklıyorum: Ekilecek tohumluklar, öğütülmemeli.”
Kathe Kolltwitz  insanların farkındalığını arttırmak için sanatın gücüne sözü de katmış ama
kendi çocuklarını ve torununu savaştan koruyamamıştır. (Anne sözü dinlememek kuraldır). Sanatın ne kadar önemli bir bilinçlendirici olduğunun Naziler farkındadır. Kathe’i hem akademiden çıkarırlar hem de sergi açmasını yasaklarlar.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et