Yine açlık grevi, yine..., yine...
Fotoğraf: Envato
Cezaevlerindeki açlık grevleri yine hızla ülke gündeminin üst sırasına tırmanıyor ve daha da tırmanacak görünüyor.
Çünkü cezaevlerinde binlerce siyasi tutuklu ve hükümlü var. Ve bu tutukluların, hükümetlerin umursamazlığı karşısında isteklerini dile getirmek için açlık grevinden başka çok bir imkanları da yok. Özellikle de 12 Eylül 2012’de Kürt siyasi tutuklu ve hükümlülerin, “Öcalan’ın üstündeki tecridin kaldırılması” talebini merkezine koyarak başlattıkları açlık grevlerinin 53 cezaevinde 600 tutukluyu kapsayan bir eyleme dönüşmüş olması, bu grevlerin ölüm oruçları etkisi yaratarak ölümlere yol açma ihtimalinin güçlenmesi, tutuklu ailelerin yanı sıra Kürt siyasi çevreleri, ülkemizin demokrat kamuoyu açısından endişeyle izlenmektedir. Ki, buradaki “izleme”, “bekle gör” anlamında bir izleme değil, endişe ve “Ben ne yaparsam bu sorunu bir cezaevi sorunu olmaktan çıkaran bir mücadeleye yardım etmiş olurum” diyen bir izlemedir. Dolayısıyla da cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin talepleriyle talepleri örtüşen barışı, demokratikleşmeyi, Kürt sorununun demokratik çözümünü savunan kesimlerin de tutuklu ve hükümlülerin taleplerine destek olması, bunların hükümet tarafından dikkate alınması için girişimler yapması şaşırtıcı değildir. Uzun yıllardır oluşan içerisi-dışarısı ilişkisinde gelenek böyledir. Ki, bu bile, hükümetin konuya ilgisizliği sürerse, önümüzdeki günlerde cezaevi sorununun, tutukluların öne sürdüğü taleplerin yanı sıra açlık grevinin yol açacağı sağlık sorunları ve can kayıplarıyla da kamuoyu gündemine gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
Adalet Bakanlığı’nın ve hükümetin 40 güne yaklaşan bu eylemlere karşı sessiz kalmaları, yokmuş gibi davranmaları elbette ki eylemlerin daha da genişlemesini kışkırtan bir tutumdur. Çünkü, mevcut açlık grevinin karakteri; cezaevinin (baskılar, sağlık sorunları, denetim, disiplin vb) özgün sorunlarından öte Öcalan gibi Kürt sorununun çözümünde kilit rol oynayacak önemde bir şahsiyetle ilgili olması da dikkate alındığında, cezaevlerindeki açlık grevcilerinin sağlıklarının kötüleşmesiyle birlikte, tutuklu ailelerinden başlayan ve giderek toplumun çeşitli kesimlerinin katılmasıyla genişleyecek (dışarıda başlayabilecek açlık grevlerinden miting, basın açıklamaları ve gösterilere kadar) tepkileri de yaygınlaştıracak mahiyettedir.
Yetkililer bunları bilmez değildir. Ancak kapalı kapılar arkasında “makul” laflar söylenip; sanki bazı adımlar atılacakmış havası verilirken pratikte hiçbir adım atmamayı bir siyasi taktik haline getiren hükümetin bu tutumu bir handikap oluşturmaktadır.
Öncesini bir yana bıraksak bile 40 yıldan beri; önce 12 Mart darbecileri, sonra 12 Eylül darbecileri, arkasından gelen kendine demokrat, özgürlükçü diyen hükümetler, en son da 10 yıldır ülkeyi büyük bir Meclis çoğunluğuna dayanarak yöneten AKP Hükümeti, yeni talepler öne süren gençleri, ilerici demokrat güçleri ezilen milliyet ve din-mezhep mensuplarını, kendilerine karşı muhalefet edenleri, zorluk çıkaracağını düşündüklerini cezaevlerine doldurarak ülkeyi yönetmeyi bir marifet saydılar. Öyle olunca da cezaevleri, her önemli sorunda bir tutum alanı, demokrasi mücadelesinin bir alanı olarak ortaya çıkageldi.
Bugün de Türkiye, dünyadaki siyasi tutukluların üçte birini barındıran, bu haliyle de dünyanın en çok siyasi tutuklu ve hükümlüsünün bulunduğu ülke olma “onurunu” kazanmış bulunuyor.
Böyle bir ülkede cezaevleri kendi başına, dışarıdaki ve içerideki şu ya da bu sorundan bağımsız olarak büyük bir sorundur. Ancak bugün, 40 güne yaklaşan süresiyle yüzlerce açlık grevcisi “hayati tehlike” sınırına doğru hızla yaklaşmaktadır.
Türkiye’nin duyarlı kamuoyu; işçisiyle, aydınıyla, kadınıyla erkeğiyle Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, sendikasıyla, meslek örgütleriyle bu gelişmeye seyirci kalamaz. Kalmamalıdır da.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00