Yeni bir dizinin fragmanı insanın dikkatini çekiyor. Benim İçin Üzülme, bir Mahsun Kırmızıgül dizisi. Şimdilik anlaşıldığı üzere, anlatılan bir halklar arası sevda hikayesi. Fındığa çalışmaya gelen Kürt kızı ile Karadenizli genç adamın birbirlerinin dillerini öğrenmeye çalışmaları fragmana konmuş ve belli ki aralarına kara kediler girecek, her dizi aşkı gibi. İnceden bir heyecan yaratacak belki, kardeşliği önemseyen izleyicilerde. Halkların arasına giren kara kedileri düşünenler çıkacak.
Mahsun Kırmızıgül dizileri, filmleri böyle toplumsal meselelere hep duyarlı. Köyü boşaltılan bir ailenin acılarını da, töre icabı çocuk yaşta kadınları dramını da onun kadar yüksek sesle anlatan çıkmıyor pek. Şimdi de ne güzel “Kız alıp kız vermişiz”in dizisiyle geliyor işte. Halkların dünürlüğü, sevgililiği, kardeşliği, sanatçının dikkat çekeceği başlıklardan sadece bazıları, herhalde.
Bu kuru kuru kardeşlik edebiyatı fena sıktı ama. Bir halk yok sayılırken, dili yasakken, bütün seçilmiş temsilcileri içeri atılmışken, “önderim” dediği kişiden haber alınamıyorken, “Vay kardeşime bak benim” demekle kardeş olunduğuna kim inanacak daha fazla? Geçtik artık oraları, çoktan geçtik. İçinde barış, kardeşlik geçen konuşmaları duydukça sevinirken cenazeler beşer onar kaldırıldı, zindanlarda yer kalmadı. Ortaya barış diyenler hükümete “Bu savaşı durdur” diye seslenmeye çekindi, kardeşliğe övgüler dizenler kardeşin haklarını istemeyi unuttu. Geriye ne kaldı? Laz’la Kürt birbirini sevmiş. E, allah mesut etsin. Kimse Kürt yoktur demiyordu ki, ama Kürt’ün dilini öğretmiyor, mahkemede yasak koyuyor, siyasetini yapanı dışarı bırakmıyor, onu ne yapacağız? “Kürtçe sevdalı ne demek” diye soruyormuş, aferin ona. Kürtçe’den başka dil bilmeyen küçücük çocuklar Türkçe okula gidince onu bile soramayacak, ne diyorsun?
Yine Mahsun Kırmızıgül’dü, film işlerine girmemişken “Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye” türküleri söyleyen. “Dinsin bu gözyaşı” diyordu, klibinde güvercinler havalanıyordu. Hatta aynı şirketin bütün şarkıcıları yan yana gelip söylemişti de, şimdi onların çoğu birbiriyle kavgalı. Neredeyse yirmi yıl olmuş, “dinsin” dedikleri dinmedi. “Ne diye” sorusu hala ortada.
Kritik eşikteyiz diyorlar. Öyleyse boş konuşmamak lazım. İnsanlar ölmesin istiyoruz demek yetmiyorsa, insanların neden öldüğünü anlatsın cesareti olan. Kardeşlikten söz etmeyi çok istiyorsa, bu ülkede bazıları ötekilerinden daha kardeştir deyiversin. Yoksa “Gerekirse İmralı’yla görüşürüz”ü başbakan bile der. “Gerekirse” için neyi bekleyecekse...
Lafla peynir gemisi yürümez demişler. Evet, geçen sene temmuzdan beri gemi yürümüyor. Bozuk, hep bozuk. Barışa varmak için, ölümleri durdurmak için konuşmak gereken kişinin kim olduğunu hükümetinden muhalefetine, batısından doğusuna bütün memleket biliyor. Ama Abdullah Öcalan, savaş durmasın diye tecritte tutuluyor. Binlerce insan onunla görüşülsün, dilleri özgür olsun diye 40 gündür açlığa yatıyor, duyan yok. Konuşan çok. Konuşan tok. Açın halinden anlayan, yok.
Bu eşik, ölümle yaşamı belirleyecek olan eşik. Daha fazla ölüme seyirci kalacaksak, bir daha kardeşlikten söz etmesin kimse.
22 Ekim 2012
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
8 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et