Nasıl bir üniversite?
Fotoğraf: Envato
AKP’nin yükseköğretim yasa tasarısı genel hatlarına bakıldığında otoriter bir yaklaşıma sahip. Üniversitenin nasıl olması gerektiğini tepeden dikte eden bir anlayışla üretilmiş. Buna göre sorun sadece yükseköğretim kurumlarında çalışan bilimci ve eğitimcilerde. Sanki politikaları bilimci ve eğitimciler oluşturuyor. Onları bir hizaya sokabilirlerse her şey tamam olacak. Hizaya sokma gerekliliği, yasa tasarısında çokça vurgulandığı gibi yükseköğretim alanını daha nitelikli hale getirmek ihtiyacından doğuyor gibi görünüyor. Öyle mi gerçekten?
Yükseköğretim kurumunun yönetimindeki ana organlar hakkındaki ikinci bölüm rektörlüğün ve diğer organların oluşumuna ilişkin ayrıntılı bir öneriyi ortaya koyuyor. Bugüne kadar üniversite rektörlerinin nasıl seçilmesi ya da atanması gerektiğine ilişkin yapılan tartışmalara bir çözüm getirme edasıyla yaklaşıyor tasarı. Nitelik peşindeymiş gibi bir izlenim yaratılmış. Ancak rektörlüğün oluşumunun vakıf üniversiteleri ve özel üniversitelerde ne şekilde olması gerektiği konusunda pek kafa yorulmamış. Buna ilişkin iki satır var: “Vakıf üniversiteleri ve Özel üniversitelerde ise Rektörün, üniversite mütevelli heyeti tarafından teklif edilerek Kurul tarafından atanması öngörülmektedir.” Devlet kendi üniversitelerini bu yasa ile şekillendirirken vakıf üniversitelerini ve özel üniversiteleri de “kendi haline / mütevelli heyetinin eline” bırakıyor.
Dolayısıyla, sahiplikler üzerinden üniversitenin şekillendirilmesi, nitelik yaratmaktan ziyade iktidar alanlarının yeniden biçimlendirilmesi ve bugüne kadar yükseköğretim kurumlarında oluşmuş olan mini iktidar alanlarının, merkezi iktidara yönelik bir tehdit olarak algılandıklarından dolayı daraltılması ve hatta yok edilmesi ve dolayısıyla eğitim ve bilim üzerinde mutlak iktidar hedefleniyor. Vakıf üniversitelerinde ve özel üniversitelerde de mütevelli heyet olarak bilinen ama aslında mütevelli heyet başkanının (kurucunun/sahibin/vakfedenin) denetiminde bulunan iktidar alanına ise egemenlik kazandırılıyor. Tabii bütün bunlar piyasa denilen ilahi (!) adalet arenasına hizmet ediyor.
Aslında rektör seçimi konusunun yanlış bir şekilde ele alındığını ve savunulduğunu düşünüyorum. Üniversite gibi bilim ve eğitim kurumlarında her düzeydeki yöneticinin seçimle işbaşına gelmesinden ziyade akademik birimi oluşturan üyelerin dönüşümlü olarak yöneticilik yapması gerektiğini düşünüyorum. Görev süresi de bir eğitim-öğretim yılından fazla olmamalı. Bu göreve koordinasyon ve iş birliğini sağlayıcı ve gerektiğinde akademik birimi oluşturan bütün üyelerin ortak görüşünü bir üst kurulda ya da kurum dışında temsil edici bir pozisyon olarak bakıyorum.
Yöneticilik, mutlak güç aracı olmamalı. Alıştığımız yönetici tipinin önünde ceket iliklenir, odasına iki büklüm girilir, karşısında ezik büzük konuşulur. Yönetici sahiptir. Süreçlerin sahibidir. Her şey ondan sorulur. Onun bilgisi olmadan hiçbir şey yapılmaz. Gerektiğinde bağışlayandır(!)Bağışlama gücünü elinde bulundurandır. Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı eserin yazarı Etienne de La Boétie’nin kaleminden: “… istediği an kötü olma erkini sürekli olarak elinde bulundurduğundan dolayı iyi olabileceğine hiçbir zaman güvenilemeyecek bir efendinin kulu olmanın ne kadar büyük bir mutsuzluk olduğunu belirtmek gerekir”.
Yasa tasarısı ile ezelden beri çarpık işlemiş bir sürece (minik istisnalar hariç), eğitim ve bilim süreçlerinin yönetimi sürecine tabii ki çözüm bulunamıyor. Bu istenmiyor da zaten… Eğitim ve bilim nasıl insanın yönetimi ve denetlenmesine hizmet ediyorsa eğitim ve bilimin yönetimi de insanın mutlak biçimde yönetilmesi ve denetlenmesi şeklinde tezahür ediyor. Önerdiğim dönüşümlü yöneticilik ise uzun süreli mutlak yöneticilerin ve maiyetinin (kullarının) yerine her bir üyenin akademik birimde işlerin nasıl yürüdüğünden haberdar olduğu, her bireyin kendisini sürecin bir parçası olarak hissettiği, dolayısıyla süreçleri sahiplendiği, eşit sorumluluk aldığı ve gönüllü iş birliği ve katılım içinde olduğu, eşit hissettiği, gerçek bir demokratik katılım sürecinin yaşandığı bir ortamı beraberinde getirecektir.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13