23 Ekim 2012

Ya 'bizim mahalledeki' vicdan?

Açlık grevlerinin 42. gününün ilk dakikalarında bu yazıyı yazıyorum. Yazı gazetede yayınlandığında, açlık grevleri 43. gününe girmiş olacak. Görünen o “belli bir kesim” duyarlı davransa bile açlık grevleri kısa sürede sonlanmayacak ve ne yazık ki yazı yayınlandığında da -umarım yanılırım- açlık grevleri devam ediyor olacak.
Belli bir kesim duyarlı; ama asıl duyarlı olması gerekenler, yani hükümet ve bakanlık hâlâ vicdanın sıfır noktasında dolaşmaya devam ediyorlar.
Son iki yıldır binlerce Kürt’ü cezaevine koyan, “bir tek şehidimin tırnağını bile bunların tümüne değişmem” diyen bir mantalite, hiç kuşku yok yaşamını yitiren her tutukludan hoşnut olacaktır. Üstelik bu hoşnutluğunu “insani maskeyle” gizleyip “İşte bakın, bunlar kendi arkadaşlarının ölümünden bile memnun olacak kadar insanlıklarını yitirmişlerdir” deyip yine Kürt siyasetine vurmanın yolunu bulacaklardır.
Belki bir köşe yazısının boyutlarını aşacağı için hükümetin tutumunu yeterince değerlendiremeyeceğiz ama bilmek gerekir ki bir çözüm bulunacaksa bu çözüm, “Ölümlerden hoşnut olsalar” bile yine hükümetten bağımsız olmayacaktır.
Ama sorunun pek tartışılmayan bir diğer boyutuna, Kürtlerin geniş kesimi arasında olmasa bile özellikle hükümet ve yandaşları üzerinde etkili olduğuna inandığım bakış açılarının bir kısmına dikkat çekmekte yarar görüyorum.
Hükümeti anlarız, Adalet Bakanlığını anlarız!
Onlar, “Ölümleri bir tek tırnağa değişmeyecek” kadar vicdandan uzak bir noktadalar. Umarım yine yanılırım ama görünen o hükümet adım atmak için ölümlerin kendisini zorlamasını bekleyecek.
Ama “bizim mahalledeki” bazı sorunlu bakış açılarına; bazıları Kürt kimlikli siyasi yapılarda örgütlü olan, bazıları ise “kanaat önderi” olarak adlandırılan “tekil bireylerin” sorunu örgütsel dar grupçuluğu bile aşan bir boyutta değerlendirmelerine ne demeli?
Kürt siyasi yapılanmaları PKK ve PSK’den, BDP, KADEP, HAK-PAR ve ÖSP’ye kadar neredeyse tümü açlık grevlerinin çok geç olmadan sonlanması için açıklamalar yaptılar ve asıl sorumlu olarak da hükümeti işaret ettiler.
Ama ne yazık ki eskisiyle yenisiyle bazı “Kürt kadrolar” bu noktada değiller ve tutumları ile hükümete de -en azından zımni- destek veriyorlar. Üstelik bunların bir kısmı, konuyla ilgili açıklama yapan kendi örgütlerinin bakış açıları ile de uyumlu davranmıyorlar.
Bu arkadaşlar eylemin nedenlerini tartışmak yerine olası sonuçları üzerinden yola çıkarak ağırlıkla BDP ve PKK’yi suçluyorlar. “Açlık grevi yapması gerekenlerin içerde esir olarak tutulanlar değil, milletvekilleri, belediye başkanları, diğer seçilmiş siyasetçiler, hatta Öcalan’ın bizzat kendisi olması” gerektiği gibi “radikal tespitlerde” de bulunuyorlar.
Önümüzdeki süreçte kimin ne yapacağını bilemem. Ama cezaevlerinde bulunanların yürüttükleri eylemin yanlış olmadığını, benzer süreçleri yaşamış, 31 gün açlık grevinde kalmış biri olarak iyi bilirim.
Haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevlerinde tutulanlar da siyasal mücadelenin bir parçasıdırlar ve bunlar taleplerini dile getirirken de bedenlerinden başka kullanabilecekleri silahları yoktur.
Öcalan’ı lideri ve iradesi olarak gören, ana dilinde savunma yapması ısrarla engellenen siyasi tutuklular, mücadelenin bir parçası olarak elbet taleplerini dile getirebilir ve taleplerinin karşılanması için de -birileri saygın görmese bile- bedenlerini öne sürebilirler.
Dışarıdakilere düşen görev bu insanların taleplerini olmasa bile en azından inançları için bedenlerini silah olarak kullanmalarındaki haklılıklarını görmek ve kalıcı sakatlığa, ölümlere yol açmadan eylemin sonuçlanması için çaba göstermektir.
Vicdan bunu gerektirir...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et