23 Ekim 2012 15:31

Hz.Zerdüşt Peygamber

Hz.Zerdüşt Peygamber

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İran’ın Şiraz kentinde, tarihi Persepolis kalıntılarını geziyoruz. İranlı mihmandarımız, çok bilgili bir kadın arkeolog. Duvar kabartmalarını anlatıyor bize… Ahura Mazda’nın “Hz. Zerdüşt Peygamber”e kutsal kelamı iletmesini, yine “Hz. Zerdüşt Peygamber”in ateş ve toprakla konuşmasını anlatıyor… Grubumuzdaki İslamcı gazeteci arkadaşlarımdan birisi biraz rahatsız oluyor ve soruyor: “Hanım, biz hak peygamberlere hazret deriz, siz neden Zerdüşt’e Hazreti Peygamber diyorsunuz?​”
Mihmandarımız sükunetle soruyor: “Kaç peygamber gelmiştir Hz. Adem’den başlayıp Hz. Muhammed’e kadar?​”
Arkadaşım, “Kimi hadislere göre, 124 bin” dedi.
“Peki siz kaçının adını biliyorsunuz?​”
“Yalnızca Kuran’da zikredilen 25’inin.”
“Peki., Zerdüşt’ün bunlardan biri olmadığını nereden biliyorsunuz? Kitabını okursanız, Kuran’ın özüyle arasında bir fark olmadığını görürsünüz!’
Bu kesinlik karşısında arkadaşıma susmak düştü.  Sonradan tartışma sürdü; Sokrates’in, Konfüçyüs’ün, Buda’nın hak peygamber olup olmadıklarına dair epey geniş bir tartışma olduğunu da böylece onlardan öğrendim…
Aslında sorun, inançlar arasındaki büyük ve sınır tanımaz ilişkiler bütünü içinde, birbirine benzer, hatta kimi zaman birbirini tekrar eden “kelamlar”, ritüeller, ibadet biçimleri bulunmasıyla ilgiliydi ve dünyanın her köşesinde, en uzak coğrafyalarda olup bitenlere akraba dinsel görüşler bulunuyordu. Yaşamın belli kurallara göre düzenlenmesi, yasaklar, cezalar konulması, toplum halinde yaşama zorunluluğunun bir gereğiydi ve insanların birbirleriyle ilişkileri sonuçta birbirine benzer kurallar ortaya çıkarıyordu. Çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, şu ya da bu besini yemeyecek, içmeyeceksin, şunları yiyecek ve içeceksin, temiz olacaksın, kötülük yapmayacaksın… Bunlara uyulduğu sürece toplumsal yaşam yolunda gider… Birlikte yaşamak zorunda kalan insanların birbirlerinin hakkına saygı duyabilmeleri için buldukları yol ancak böyle büyük bir gücün korkusu altında görünmüştür.
Başbakan, BDP’yi karalamaya çalışırken, aslında bu büyük ve evrensel insani kurallar bütününü parçalayan “Başka inançlara düşmanlık” içeren saygısız bir hamle yapmıştır. Herhangi bir inancı düşmanca duygularla aşağılamak ve bu düşmanlığı siyasi amaçlar uğruna kışkırtmak, en ilkel en kaba biçimiyle dinler arası kavgadan medet ummak anlamına gelir.
Sözü geçen zat, Kasım 2008’de New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Suudi Arabistan’ın Dinlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde düzenlenen “Barış Kültürü” konulu toplantıda bir konuşma yapmış ve şunları söylemişti; “Farklılıklara saygı gösterilmesi ihtiyacını karşılamak üzere atılacak adımların niteliği ve bunların kaydedeceği mesafe, önümüzdeki on yıllarda uluslararası ilişkilerin mahiyeti üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacaktır. …Uluslararası toplumda görülen kutuplaşma, anlayış eksikliği ve ayrımcılığı ortadan kaldırmaktan hâlâ uzağız. Bu yolda daha çok mesafe kat etmek durumundayız.”
Bir Amerikan-Suudi Arabistan ortak projesi olan “Dinlerarası Diyalog” söz konusu olduğunda hoşgörü mangalında kül bırakmayan Başbakan, Kürtler ve politika zeminine gelince, Zerdüşti’nin ve Ezidi’nin karşısına “Vurun kafirin kellesin” deyu naralanarak çıkmaktadır.
Zerdüşt’e inanmayı, “Hak Peygambere inanmak” olarak gören İran kültürüyle kıyaslandığında Başbakanın bakış açısı acınacak kadar ilkel kalıyor.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa