27 Ekim 2012

İnsanlar ey, nerdesiniz?

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Tüm derdi tasası “yaşamak”, hatta “daha iyi yaşamak” olan insan ölümü kutsayabilir mi? Kutsal kitapların ilk emri değil midir “Kimseyi öldürmeyeceksin!”...
Kendini de...
Ölüm ve yaşam üzerine verilen söylevlerin ayyuka çıktığı günlerdeyiz yine. Kürt mahkumlar ölüme yattığından beri, “yaşamın erdemi”ni keşfetti malum zevat.
Oluk oluk kan akarken, inanalım mı? “İçerde” ve “dışarda” savaş çığırkanlığı almış başını giderken hem de...
Suriye’de ateşkes için canla başla çalışan hükümet, sınırın bu tarafında “ateşe devam” diyor da, başka bir şey demiyor. Bu mu yaşamı kutsamak?
Bir insan, bilinçli bir hak arama eylemi olarak bedenini ölüme yatırdığında elden ne gelir? İstediğiniz kadar “biçim yanlış”, “doğru yöntem değil” diye ahkam kesin; istediğiniz kadar “Sesiniz duyuldu, yeter” diye akıl verin.
Suskunluk zaten insana aykırı! İnsanlıktan nasibini bir gram bile alamamışların attığı “ölsünler, gebersinler” tweet’leri üzerine konuşmaya bile gerek yok.
Bir de, bir zamanlar İngiltere’nin “Demir Lady”sinin söylediği gibi, “Suç” da değildir açlık grevi... Bu ara herkesin yinelediği bir Ulus Baker cümlesini hatırlatalım biz de; “Ölüm orucunda mahkûmun bedeni bir savaş alanına dönüşür”.
“Dışardaki insan”lar, canla başla “izlememek” için çabalıyor. “İçerdeki insan”lar için ellerinden geleni yapıyor. İnsan olamayanların hali ortada...
Yaşar Kemal söylemiş: “Açlıktan ölümü izlemek acıların en büyüğü bu, insanlığa hiç bir zaman yakışmaz”. Ve eklemiş; “bunun vebali var ve bu vebal her vicdana ağır gelir”..
Evet, vicdan... Varsa... Kaldıysa...
The Guardian, AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın giderek “kendi sonunu hazırladığını” yazıyor. Yoksulların açlığı, Kürt mahkumların açlığı değil bu sonu hazırlayacak olan...
Oburluk ve açlık eşanlamlıdır kimi zaman. Erdoğan ve zihniyetinin yaşadığı da bu. Bir iktidar açlığı, bir iktidar oburluğu... Hani o meşhur “sosyal medya sözü” var ya; “Dünyadaki açlık ve sefaletin nedeni fakirleri doyuramadığımızdan değil, zenginleri doyuramadığımızdan...”
Doymuyor bir türlü... Doyuramıyoruz! Kendinden başka herkesi yok sayan bir oburluk bu; farklı tek bir sese tahammül etmeyen bir iktidar oburluğu...
Bu yüzden bu kadar hevesli görünüyorlar, Anadolu’yu bir baştan öbür başa acılara boğacak bir “iç savaş” ihtimaline... Bu yüzden can atıyorlar, Anadolu’yu ve bütün Ortadoğu’yu acıya boğacak bir Suriye savaşına...
Şu anki “görüntü”sü siyasi mahkumların bedenleri üzerinden olsa da; “ying yang” gibi, yaşam ile ölümün savaşıdır sürmekte olan... Türkiye siyasetinde epeydir yaşanmış bölünmenin de özetidir bu. Yalpalıyormuş gibi görünmelere, tez zamanda dökülen makyajlara, “bireysel çıkışlar”dan medet umulmasına boşverin siz...
Siyasetin dili de, gerçeği de; siyah ve beyaz kadar iki parça. Savaş ve barış kadar kesin... Ölüm ve yaşam kadar açık.
Ne demiş Nazım Usta; “yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın”... Yani, uzun lafın kısası, “kolların bağlı arkadan sırtın duvarda”, “yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinde bir laboratuvarda” ve belki de beton hapishane hücresinin birinde insanlar için ölebileceksin, diyor usta. “Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için...”
Budur açlık grevinin nedeni...
AKP zihniyeti, sıklıkla söyler ya, “aynı gemideyiz” falan diye; işte o geminin bugününü anlatıyor Nâzım Hikmet; “Bu gemi bir kara tabut / Bu deniz bir ölü deniz / İnsanlar ey, nerdesiniz? / Nerdesiniz?​”

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et