27 Ekim 2012 14:56

Tezenesine kurban

Tezenesine kurban

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz haftalarda koca başlıklarla yayımlandı vefat haberi: “Kırşehir abdalı, bozkırın tezenesi, türkü baba yani Neşet Ertaş bu sabah hayatını kaybetti…”  Anadolu abdal geleneğinin Kırşehirli bir büyük ustasını aynı zamanda Türkiye halk müziğine hem çalış stili ile hem sözüyle damgasını vurmuş büyük bir üstadı kaybettik. Önemli bir geleneğin en büyük ustalarından olan Neşet Ertaş abdal müziğinin hem son temsilcisi hem de ironik bir biçimde ulusal anlamda ilk yıldızı idi. Hem insanlığı hem müziği ile içinden çıktığı geleneği temsil eden Ertaş’ın “sevmeyeni yoktu” dersek abartmış olmayız. Dinleyicilerinin yüzlerinde gördüğümüz “duyguların dile gelmesi hali” ile ellerini acıtırcasına kendini alkışlayan ve konserlerine hücum eden binleri,Neşet Ertaş’ı  Neşet Ertaş yapan  değerleri ve müzik geleneğini anlayabilmek için öncelikle onun içinden çıktığı kültürü anlamamız gerekiyor.
Bugün hemen hemen hiç temsilcisi olmayan Anadolu abdal göçebe-yarı göçebe geleneğinin ozanları içinde ciddi üne kavuşabilmiş  tek ozandı Neşet Ertaş. Bu da sebepsiz değildi elbet. İstanbul’a ilk geldiğinde onu ünlü yapan, insanların onun öylesine çaldığı sazına kulak kesilmelerini sağlayan da  onun abdal olduğunu ve temsil ettiği geleneği tanıyor olmalarından değildi tabii ki... Bu geleneğinin karakteristik özelliklerini taşıyan kişiliği ve sözünün yanı sıra onu sazında ayrı kılan tezenesinin (Anadolu sazının ve bağlamanın ‘pena’sı ve bu anlama bağlı olarak bu aparatın kullanılış tekniği, el yeteneği anlamında) kontrolünü ve nüansını ustaca kullanışı, hem tinsel hem de nesnel kaynaklı dertleri sözleriyle derinlemesine deşebilme yeteneğiydi.

MÜZİĞİ

1965’te doldurduğu ilk plak olan “O Yarin Kaşları Kara Değil mi?/Son Bakışım Oldu”  ile kitlesel anlamda dinlenmeye başlayan müziği Zahidem, Kendim Ettim Kendim Buldum, Zülüf Dökülmüş Yüze, Çiçek Dağı, Gönül Dağı, Mühür Gözlüm, Sevsem Öldürürler ile devam etti. Akrabalarının yanına 80’lerden beri gidip geldiği Almanya’da da uzun bir dönem yaşayan halk ozanı, 90’ların sonunda 2000’lerde Türkiye’ye gelmiş ve verdiği konserlerle sevenleriyle uzun süren bir özlemi gidermişti. Kırşehir abdal geleneğinde bağlama için de hep saz kelimesi kullanılırdı. Neşet Ertaş da bunu hiç bozmadı. Geleneksel Anadolu saz biçimlerinden biri olan bağlamaya ve kendi bağlamasına da saz demeyi hep sürdürdü.
En geleneksel nitelik taşıyan türkülerinin bazılarında onun abdal müziğinin bir geleneği olan formu hakimdi. Çoğu türküsünün saz ile yavaş yavaş başlayan girizgahı (peşrev), ardından kendini net bir biçimde kuşkuya yer bırakmayacak duygularla anlatan dertli sözlerinin türküsünün başından geldiği duyulur, insanın içine işleyen bu kısım (Muharrem Ertaş’ta zaman zaman Neşet Ertaş’ın tersine bozlak tarzında olmuştur) uzun havadan oluşan ve onu takiben eserin kırılma noktası diyebileceğimiz orta bir yerinde hem sazının hem sözünün hızlı ve ritmik bir vecd haline dönüşen ikinci bölümü ile türküleri kendi içindeki yolculuğunu tamamlamış olurdu. Artık bu ikinci kısımda saz doymuş, kuvvetlenmiş, hızlanmış, dertler dökülmüş, içler açılmış olur ve dinleyenlere de kendisine de, geriye onları sağaltmak için duygulanarak kendini bırakmak kalırdı. Ağlayanlar oynamaya başlar,abdal müziğinin başka bir dünyaya açılan ve dertleri yüze vurduktan sonra unutturan büyüsü dinleyicileri çoktan ele geçirmiş olurdu. Konserlerde kimi zaman birkaç uzun havanın arkasından gelen ve tüm konseri tek bir eser gibi okuyabilmemize olanak veren bu formun  uzatılmış bir versiyonunu da dinlerdi hep.
Anadolu’dan büyük şehirlere göçen insanlarla birlikte özellikle son 20-30 yıldır halk müziğinin modernize edilmesi gündeme gelmişti. Neşet Ertaş bu hengameye içinde en doğal ve geleneksel haliyle Kırşehir müziğini daha doğrusu Kırşehir Çiçekdağı yöresi abdal müzik geleneğini hiç bozmadan, eğmeden geleneksel haliyle ve kendine has biricik tezene stiliyle bugüne değin sürdürmeyi bildi. Öyle ki yaptığı yenilikler onun kendi seçimlerinden değil de hep kendi dışındaki zorunluluklardan ve koşulardan  doğdu. Örneğin elektro-bağlama kullanması artık müziğini şehirlerde icra etmeye başlaması ve daha genişçe topluluklar için çaldığı eğlence yerlerinin ses sisteminin özelliği uyarınca belirlendi. Yine plaklarında repertuarına koyduğu kendi geleneği dışındaki az sayıda türküde de İMÇ piyasasının azizlikleri göze çarpıyordu.
Almanya’dan döndükten sonra son yıllarda Kalan Müzik ile birlikte yaptığı çalışmalar müziğini, dinleyicisi olan insanlara en içimize sinen haliyle bizlere ulaştırmayı başardı. Konserlerinde sözlerini kendi yazdığı geleneksel türkülerinin yanı sıra babası ve ustası Muharrem Ertaş’ın türkülerini de tıpkı kendilerininki gibi ihtimamla sevenlerine ulaştırdı ve gelenek içindeki çırağın ustasının türkülerini çalması geleneğini de hep yaşattı. Yine konserlerinde araya koyduğu geleneksel oyun havaları dinleyicileri hep coşturdu.

ÇIRAKSIZ KALDI

Maalesef bildiğimiz kadarıyla Neşet Ertaş’la parça parça çalışan müzisyenler ve dünyaca ünlü Türkiyeli ve Türkiyeli olmayan etno-müzikologlar olmasına rağmen Ertaş, çıraksız kalmış bir ustadır. Onun ölümünden sonra tezenesinin yüzde biri benzerliğinde ve ustalığında çalıp bu müzik geleneğini sürdürecek bir devamcısı yoktur. Bize kalan ise tüm Anadolu kültürü içerisinde onun geleneğinin ve müziğinin yerini anlayarak; Neşet Ertaş efsanesinin kendine has yanlarını, müziğinin yöresel niteliğini ve ulusal etkilerini doğru, düzgün okumaya çalışmaktır.


GÖÇE GÖÇE

Birçok kaynakta ahilik geleneğinin bir yaşayan-kültür merkezi kabul edilen Kırşehir’de eşrafla ve halk ile hem ekonomik hem de sosyal anlamda sembiyotik bir ilişki kuran Kırşehirli abdal toplumu, hep cefaların insanlarıydı. Kış zamanı kendilerine has yerlere göçerler, ancak ekonomik durumlar elvermezse yazın çaldıkları düğün mevsiminden gayrı da düğünlerin az olduğu kara kışta da belki bir düğün olur diye yerleşik düzen tutmuş abdal olmayan Kırşehirlilerin yanına gelip çalacak düğün ararlardı.  
Abdallar hemen tüm Anadolu’da olduğu gibi Kırşehir’de de göçer oldukları için yerleşik olanlarla pek az akrabalık kurar (ama Neşat Ertaş örneğinde olduğu gibi önüne geçilemez biçimde de mutlaka kurar) ve yerleşik olmayıp tarımla geçinmediklerinden başta hayvancılık ve el becerisi gerektiren işler yaparlardı. Bu işlerden en belirgini ve öne çıkanı da Anadolu’nun müzik karakterini belirlemiş olan düğün çalgıcılığı mesleği idi. Abdalların yerleşiklerle olan ve sosyal işleve dayanan bu sembiyotik yaşantısı ekonomik olarak hep abdalların aleyhine oldu. Kültürlerini elbette hiçbir kültür gibi kapalı ve katıksız olarak sürdürmediler. Ondandır ki sadece abdalların yaşantısına değil, onların ilişkide bulundukları yerleşik toplumların kültürlerini de onlarla etkileşerek etkilemiş oldular. Zaten insanı ön plana alan Anadolu kültürünün önemli değerlerini perçinleyerek; yerleşiklere göçer bir toplumun katmansızlığın, güler yüzünü, yaşama bakışını, insancıllığını, tüm zorluklara rağmen hayattan keyif alabilme yetisini taşıyan inanış ve kültürlerini bıraktılar.
Osmanlı Tımar Sistemi’nin göçerlere Alevilere karşı asık suratlı, dışlayıcı siyasetinden sonra gelen Cumhuriyetin, ilk yıllarında yürütülen eğitim ve iskan “seferberliği” uyarınca yerleşikliğin teşvik edilmesi, yanı sıra koskocaman bir geleneği de yok etti. İlkin bu zorluklarla boğuşan abdal toplumu ikincil olarak da işsizlik ve kente başlayan büyük göçlerle sosyal ve kültürel bağlamını büyük ölçüde kaybetmeye başladı. İşin ilginç yanı bu göçe Neşet Ertaş’ın kendisinin de dahil olup büyük şehre gelmesidir. İronik bir biçimde geleneği öldüren bu devinim, aynı zamanda Neşet Ertaş’ı yöresel bir sanatçı olmaktan çıkarıp, ondan haberdar olmamızı sağlamıştır. Ne var ki tam da bu durum, kültürü bağlamından kopardığı için onu da çıraksız bırakmıştır... Yaman bir çelişki olarak yöresel bir kültür zayıflayıp ölürken, Neşet Ertaş belki de ilk kez ulusal anlamda yöresel bir müziği kendi geleneğinin en iyi ozanı olarak tüm ülkeye ve dünyaya tanıtmış ve dinletmiştir.


NEŞET ERTAŞ’I NEŞET ERTAŞ YAPAN...

Sesinin ustalığıyla ün salmış olan, ozanlığı öğrendiği ustası ve babası olan Muharrem Ertaş’tan öğrenip ustalaştırdığı kendine has tezenesi bile Neşet Ertaş’ı halk müziği içinde farklı bir yere koymaya yeterdi. Ancak elbette ki içinden geldiği alevi-abdal kültürünün mütevazılığını, insancıllığını, kendi değerlerinin özünü koruyarak sanatında ve yaşamında birbirinden ayrılmayacak bir biçimde sürdürmesidir asıl Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa