27 Ekim 2012 15:04

Daha ne kadar seyredecekler?

Daha ne kadar seyredecekler?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Aydınlardan, sanatçılardan CHP’ye, Alevi örgütlerinden TÜSİAD’a kadar geniş bir kesim, cezaevlerinde süren açlık grevlerinin bitirilmesi için hükümetin harekete geçmesini istiyor.
Bu konuda açıklama yapan sözcüler; açlık grevlerini bitirme inisiyatifinin hükümetin elinde olduğunu ve eğer hükümet, taleplerin kabul edilmesi yönünde bir adım atarsa, açlık grevlerinin ölümlere, daha büyük acılara yol açmadan biteceğini söylüyorlar. Çünkü tutukluların başlıca iki talebi var ve bu taleplerden birincisi Öcalan’ın cezaevi koşullarının ve avukatlarıyla görüşme yasağını da kapsayan görüşme koşullarının iyileştirilmesidir. Sorunun insani boyutunu ve Öcalan’ın kişiliği ile ilgili yanını bir yana bıraksak bile, hükümet de her vesileyle, “Öcalan’la görüşebiliriz” dediğine göre, zaten bu koşulları düzeltmek durumundadır. Bugün, bu doğrultuda bir adım atarak, muhtemel görüşmeler için de bir ön adım atmış olmak hükümet için hiç de zor ya da otoritesini tartıştıran bir durum ortaya çıkarmaz.
Açlık grevindeki tutukluların ikinci talebi ise KCK tutukluları için ana dilde savunma hakkının tanımasıdır. AKP bu hakkın “yeni anayasada” yer alması için girişimler yapmaktadır. Ancak bunun için bir anayasa değişikliğine gerek yoktur. Çünkü bu hak daha Lozan anlaşmasıyla Türkçe’den farklı dilde konuşan Türkiye vatandaşlarına tanınmıştır. Dün Cumhuriyet Yazarı Ali Sirmen, köşesinde Lozan Anlaşması’nın üçüncü bölümünün 39. Maddesinin 5. fıkrasındaki “Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dilde konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri konusunda gerekli kolaylık  gösterilecektir” ifadesini aktararak,bunun için anayasa değişikliğine gerek yok diyenlere katılmaktadır.
Bunlardan da öte, bir avuç aşırı ulusalcı, “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyen ya da açıkça böyle demese de bunlarla omuz omuza yürüyen kesim dışında “Açlık grevcilerinin talepleri kabul edilemezdir, reddedilmelidir”, “Açılık grevlerindekileri bırakın ölürlerse ölsün” diyen bir toplumsal kesim ya da siyasi mihrak yoktur. Bu da hükümetin bu talepleri kabulünü kolaylaştırıcı bir etkendir.
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük yazar ve aydınlarımızın en saygın şahsiyeti olarak Yaşar Kemal, “Bir kişinin açlık grevinde ölmesini izlemek acıların en büyüğüdür. Bu insanlığa yakışmaz. Ölümler engellenmezse vebali hepimizin olacaktır” sözleri ile aydınlarımızın, sanatçılarımızın olduğu kadar, insani duyarlılığa sahip her toplumsal kesimin de duygularını dile getirmiştir.
Ne var ki, bu kadar geniş bir kesimden gelen tepkilere karşın Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in  Arife günü Sincan Cezaevine gidip, açlık grevindeki tutukluların temsilcileri ve “akil adamlar grubuyla” görüşmesi ve “Sesinizi duyurdunuz, kendinizi, ailelerinizi düşünün ve açlık grevini bırakın” diyen ortalama bir çağrı yapması ötesinde bir girişimi gözlenmemektedir. En azından bu yazının yazıldığı saatlere kadar!
Ha doğrusu İçişleri Bakanlığı ve işgüzar idari yetkilileri hiç durmamaktadır. Emniyet güçlerinin, açlık grevine destek veren ve hükümeti göreve çağıran basın açıklamaları ve çeşitli türden ekinliklere katılan milletvekillerine, aydınlara ve halka karşı cop ve biber gazıyla saldırmaya, şoven milliyetçi grupların bu eylemlere saldırmasına göz kırpan bir tutumu ara vermeden sürdürdüğünü de burada belirtmeliyiz.
Kısacası hükümet bu tepkileri görmezden gelmeye, talepleri için mücadele edenlere karşı her zamanki, bu eylemleri kendisine, kendi otoritesine karşı eylemler olarak algılayan tutumunu sürdürmektedir.
Ve onlarca tutuklunun adım adım ölüme gitmesi koşullarında bunu yapmaktadır.
“Bu insanlığa yakışmaz” tutumu bakanlık, hükümet ne kadar sürdürecek?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa