Gaz'anız mübarek olsun
29 Ocak 1923.
Yer: Birinci Meclis…
Muhalefetteki 2’nci Grup’un ağır topu Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) Bey kürsüde.
“Yeni Bir Cidal Devri”ni haber veren, Yunus Nadi’ye öfkeli. Paşa’nın 1’inci Grubu’ndaki bu gazeteci mebusun, Meclise çektiği reste, rest çekiyor:
- Efendi! Büyük Millet Meclisi isterse Padişahı da getirir.
Ortalık karışıyor; lafın gelişi söyledim, yanlış anladınız, filan… Anlatamıyor…
Daha sonra Halk Fırkası’na dönüşecek Birinci Grup’un sert çıkışıyla geri adım atıyor.
Yeniliyor(lar)…
Mustafa Kemal’in Halk Fırkası, nihayetinde CHP’ye dönüşüyor. Yıllar geçiyor…
Bayar-Menderes-Koraltan’ın DP’sine yeniliyor, Paşa’nın İsmet’e emaneti CHP…
‘Demirkırat’lar öyle bir çoğunluk sağlıyor ki Mecliste, Başvekil Adnan’ın özgüveni tavan yapıyor.
Sırtını dayadığı ‘milli irade’nin gücüyle şahlanıyor.
Ve rivayet o ki;
- Odunu koysam, seçtiririm; diyor.
Bir şey daha söylüyor, Meclisteki çoğunluğuna hitap ederken:
- Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz.
Adnan Menderes, öncülü Hüseyin Avni Bey’in kulaklarını çınlatıyor. Belki de rövanşı aldığını düşünüyor.
Ama hilafet değil, 27 Mayıs geliyor.
Bilinen son; sahiden yazık…
Malum süreç; Aydemir- Gürcan hüsranı ve 9 Mart akameti… ve nihayet, 12 Mart balyozu...
“12 Mart darbesi ile birlikte (….) devrimci – milliyetçilerle oligarşi arasındaki nispi denge bozulmuş, devletin bütün kurumlarına oligarşi tam anlamı ile hakim olmuştur (...) Türk ordusunun küçük burjuva devrimci geleneği artık son bulmuş, ordu doğrudan emperyalizmin ve oligarşinin sömürgeci politikasının aleti olmuştur.”
Oldu: Bu tespitleri yapan Mahir Çayan ve arkadaşları imha edildi.
Denizler asıldı.
Kaypakkaya “faşist Kemalist diktatörlüğün” işkencehanesinde öldürüldü.
Hemen sonrasına geçiyorum.
“Atatürkçü 12 Eylül” Kürt ve emekçi muhalefeti ile sosyalistleri kırarken, “sol Kemalist” kalıntıları da temizledi.
Ve ‘80’ler, ‘90’lar…
İç dinamik-dış dinamik örtüşmesi-öpüşmesi
derken, geldik mi “ileri demokrasi”ye…
Sonuç:
89 yıl sonra yine Birinci Mecliste ‘gaz’lı karşılama…
Neden?
Paşa paşa kutlanan mutat Cumhuriyet Bayramı’nda “cumhur’un yürümesine izin verilmemesi… Yasak…
Yasak bahane…
Sosyalistlerin devrimcileştiremediği “Cumhuriyet” neoliberal İslamcılara yenildi…
Birinci Meclisin mağlupları, 89 yıl sonra rövanşı aldıklarını tescil ettiler. “Gaz”layarak…
Şimdi ne olacak?
29 Ekimde sokakları dolduranlar tarihi bir eşikte.
Önlerinde iki yol var, sanırım.
Ya NATO tedrisatından geçenlerle, ırkçı ve neofaşistlerle yürüyecekler. Birinci Cumhuriyeti ihya etmeye çalışacaklar. (Nafile ve lüzumsuz çaba…)
Ya da…
Tarihimizin kısa bir kesitinde ileri bir hamleyi ifade eden Cumhuriyetin demokratik kazanımlarına sahip çıkarak, emekçilerin devrimci cumhuriyeti için kolları sıvayacak.
Bunun için Birinci Cumhuriyetin mağduru Kürtlerin siyasi hareketi ve sosyalistler ile yan yana gelecek.
Başka yolu yok…
Laik ve demokratik cumhuriyet isteyen Kemalistler için karar vakti…
Erdoğan kızını Meclis’e mi hazırlıyor?
“Başbakan bu yerel ve genel seçimlerde başörtülü milletvekili ve yönetici adayı göstereceğini söylemiş partide”
(Hidayet Şefkatli Tuksal, 29 Ekim Pazartesi, Taraf)
Neşe Düzel’e mülakat veren Hidayet Hanım’ın bu şefkatli müjdesini alınca, epeydir kafamı kurcalayan soru geldi aklıma:
Başbakan, bu demokratik hamleyi acaba kızı Sümeyye Hanım ile mi başlatmak istiyor?
Erdoğan, kızı Sümeyye’yi Meclis’e mi hazırlıyor?
Köşk planı yapan Erdoğan, giderken kızını da partisine mi bırakacak acep?
Nereden mi çıkarıyorum:
Erdoğan iç- dış neredeyse tüm seyahatlerde kızını da yanında götürüyor.
Bakın gazetelere, ekrana, Erdoğan’ın hemen ardında Sümeyye Hanımı görürsünüz.
Eğer bunun sağlıkla mağlıkla alâkâsı yoksa, kızını bir bakıma siyaset podyumuna ısındırıyor, bence
Baba-kız ilişkisi bir bakıma usta-çırak ilişkisine dönüşmüş gibi.
Demirel, Ecevit ve Özal gibi Başbakanımız da zevcesiyle dolaşıyordu. Ama epey bir süredir neredeyse Sümeyye Hanım Baybakan’ın yanında daha bi’ fazla görünüyor.
Edindiğim intiba bu merkezde.
Yok canııım, o kadar iddialı bir mevkiyi ben bile düşünmedim; herhalde Parti’nin başına düşünmüyordur hemen. Biraz tabanda pişmesi lazım. Öyle değil mi?
Hilafete özgürlük!
Pek yetişemesem de İslami medyayı izleme gayret ederim. Bilhassa kritik dönem ve meselelerde sanki aralarında işbölümü yapıyorlar hissine kapılırım.
Muhtemelen yanılıyorum ama yine de bazı emarelere rastlayınca da “acaba?” diyorum.
Çok netameli mevzular önce bir takım gazete ya da internet sitelerinde yayımlanıyor. Sonra duruma göre vaziyet alınıyor.
Akit’in geçen Perşembe günkü manşetini görünce düşündüm bunları. Demem o ki, “Akit bu…” deyip geçmeyin.
Teyir edici bir mani çıkmazsa, bir süre sonra Akit’in bu manşeti tartışıyor olabiliriz.
Merakım, hangi demokrat aydınımız cevval davranıp, bu talebe ilk sahip çıkacak ve nasıl savunacak?
Evrensel'i Takip Et