30 Ekim 2012 12:27

Açlık grevleri: Dünün tekrarı değil

Açlık grevleri: Dünün tekrarı değil

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Adalet Bakanı bayram öncesi olumlu mesajlar verdi cezaevlerinde son sürece dair. Ama önemli sonuç; öğle değil mi?
Bu ülke nice Adalet Bakanları gördü. Gün oldu “Hayata Dönüş” dedi bir bakan; onlarca cansız beden bıraktı sicilinde. Katilleri kim ola? Gün geldi hekim meslek örgütünün ‘Cezaevlerinde çalışan hekim bilgileri’ talebine olmaz dedi bir başka bakan. Sonrasında kendisinin de yolu cezaevi ile buluştu; ne ülke değil mi?
Cezaevi hekimliği özel bir alan; ama kimin umurunda? Misal Sağlık Bakanlığı özel muayenehanelerin merdiven boyutundan asansör genişliğine her konuda standardizasyon peşindedir ama sıra cezaevleri ve sağlık boyutuna geldiğinde ortadan kayboluverir. Bu alan aile hekimliği modeli veya geçici görevlendirmeler ile geçiştirilemeyecek kadar önemlidir oysa.
Hekim meslek örgütü (TTB) doksanlı  yılların sonlarında benzer bir cezaevi açlık grevi epidemisi ardından iki günlük “Cezaevleri ve Sağlık Sempozyumu” düzenlemişti. Yine aynı yıllarda Ata Soyer’in kaleminden bir kitap yayınlamıştı. Geçtiğimiz yıl TTB ve SES sendikasının benzer toplantıları dışında bu alana dair bir çabaya rastlayamıyoruz ne yazık ki!
Oysa bu alanda sorunlar ciddi ve hekimler için mezuniyet sonrası eğitim şart. Doksanlı yıllarda ne yazık ki yanlış hekimlik uygulamaları ile kalıcı sekel gelişti nice açlık grevcisinde. Muhtemelen onlar hâlâ ciddi nörolojik sorunların mağdurları.  
Sorun çok netti aslında; uzamış açlıklara dair hiçbir klinik deneyimi olmayan hekimler aldıkları tıp eğitiminde yeri olmayan bu konuda hem hastalarına zarar vermişler hem de sonrasında vicdani bir huzursuzluk yaşamışlardı o yıllarda.
Sorunu kavrayan TTB ilgili hekimlere eğitici literatür ve uluslararası etik bildirgeleri aktararak sorunu tüm resmi engellemelere karşın aşmaya çalışmıştı. Bugüne gelindiğinde sorun hâlâ aşılamamıştır. Birkaç tıp fakültesi dışında müfredatlarında bırakın açlık grevi bahsini uzamış açlıklar başlığında dahi ne tıbbi ne de etik boyutu ile tek bir cümle yoktur tıp eğitimimizin.
Yine açlık grevleri kritik dönemeçte; yine resmi söylem süreci tıbbileştirmeye çalışacak; belki de “zorla beslemeyi” yine yeniden emredecek sağlıkçılara. Bilinmelidir ki mevcut tıp eğitiminin hekimleri zorla beslerlerse açlık grevcilerini “hatalı tedavi” olasılıkları yüksek; aynen geçmişte olduğu gibi. Tıbbi arka plandan yoksun zorla tedavi uygulaması biyolojik bir silah olarak tanımlanabilir oysa. Sırf bu nedenle daha demokratik bir ülke inşa edebilirsek gelecekte geçmişte bu emri verenler “Şifayı biyolojik silaha evirmekten” yargılanmalıdırlar.
Adalet Bakanı sürece çözüm üretmeli henüz vakit varken. Aksi halde tüm boyutları ile bugün dünün bir benzeri olmayabilir.


OLASI HEKİMLİK HATALARINI BİYOLOJİK SİLAHA EVİRMEK

Açlık grevleri gibi kırılgan süreçlerde “bağımsız sağlıkçılar” son derece önemlidir. Dünyada en çok açlık grevine bağlı ölüm ve kalıcı hastalık hali gelişen bu coğrafyanın deneyimleri bunu gösteriyor bize.
Yıl doksanlı yılların ortaları, yer Buca Cezaevi, sorun açlık grevleri ve yol açan nedenler. Tutuklu ve hükümlüler hem B1 vitamini, tuz ve şeker almayı, hem de muayene olmayı reddediyorlar. Cumhuriyet Savcılığının talebi ile yerel tabip odası adına görevli heyetin içinde yönetim kurulu üyesi olarak ben de varım.
Dönem berbat; (şimdi ne kadar iyiyse?), bir taraftan cezaevi yöneticileri içeriye vitamin, tuz, şeker girmesine yasak koyuyorlar, öte yandan üst perdeden yöneticiler “zorla beslemeyi” dayatıyorlar sağlıkçılara. Derken Buca Cezaevine gittik bir gece yarısı; tek tek tıbbi görüşme yaptık açlık grevcileri ile.
Sonrasında sürecin tıbbileştirilmesinin tıbbın  önüne geçtiğini fark ettik. Şu soruyu sormuştum arkadaşlarıma: “Eğer başka bir nedenle hastaneye uzamış açlığın kırkıncı  gününde gelen hastanız olsa nasıl davranırdınız?​” Yanıtı hiç de zor değildi: Karaciğer, böbrek fonksiyon testlerinden tiroit fonksiyonlarına, kan eksikliği varlığından vitamin düzeylerine tetkikler istenirdi elbet. Peki, vaziyet nasıldı; elbette böyle davranılmamıştı hiçbir cezaevinde.
Tabip Odası izlem heyeti olarak devlet hastanesi laboratuvar şefi ile görüştük; onların hastaneye götürülmesine gerek kalmadan cezaevi revirinde kan almalarını organize ettik. Ama o da ne? Cezaevi müdürü, resmi görevli cezaevi hekiminin bu talebini reddetti. Yani devlet “Ben hekimlik uygulamalarına engel olurum” demiş oldu. Sonrasında sağlık müdürlüğü devreye girdi ve sorun güçlükle aşılabildi.
Aydınlatılmış onamla alınan tüm o tetkik sonuçları  hem cezaevi revirinde hem de mahkum koğuşu olan devlet hastanesi acilinde bulunduruldu. Derken bir gece yarısı açlık grevleri sona erdi; durumu ağır olan 12 kişi hastaneye sevk edildi. Acil Servise ulaşan bir kadın tutuklunun kalbi durduğunda hazır tetkiklerden zaten ‘ciddi potasyum’ eksikliği olduğu biliniyordu ve tıbbi öngörü yaşama tutunmasını sağlamış oldu.
Buradan bakarak soralım: Bir taraftan ehil olmayan ellerde “zorla tıbbi tedavi” dayatan resmi otorite öte yandan örnekte olduğu üzere “kan tetkiklerinin yapılmasına dahi engel oluyorsa gelişen ölüm ve kalıcı sekeller süreci devlet adına olası hekimlik hatalarını biyolojik silaha evirme haleti ruhiyesi” değil midir? Hekimin niyetinden bağımsız; ama onun deneyimsiz olduğunu bile bile resmi otorite olarak “zorla tıbbi tedavi” dayatmak emri verenler adına “cinayete teşebbüsü teşvik” olarak ele alınmalıdır.
 İşte bu nedenle bağımsız heyetler hem açlık grevcileri için hem de ülkelerin insan hakları sicili bağlamında son derece önemlidir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa