Ağzım açık...
Kapalı ve zaman zaman sağnak yağışlı bir Ankara akşamında hazır açık yayın da bulmuşken Galatasaray’ ın Cluj’ la oynaşmasını izliyorum ağzım açık. Hem de 82 ekran boyutunda... Açık olmasın da ne yapsın garibim!.. Karşılaşmanın daha birince dakikası dolmamış, top zıplamıyor, hoplamıyor. Yere düşen topçular çayır çimen üzerinde arkalarında su izi bırakarak kayıp gidiyorlar bir bilinmezliğe doğru. Sanki her biri bir jet-ski. Bir yarış motoru, tekne, yat, yandan çarklı ada vapuru ya da öyle bir şey işte.
Daha birinci dakika dolmamış. Hani yağmur da düdükle başlamadı ama!… Ama yani!… Yani, evet ama yani!… Ağzım açık kalmasın da ne yapsın yani!.. Gözümü kapatayım istedim. Görmeyeyim şu çağın ayıbı göleti diye. Görülecek gibi değildi doğrusu. Ama olmadı, olamadı, olacak gibi de değildi. Cimbomun Avrupa utkusu (!) vardı işin ucunda ya da sonunda. Ama nasıl olacaktı bu bilemedim. Adamlar kendileri kayıyor, topu kaydıramıyorlardı bir türlü. Daha beş dakika olmamıştı ki herkes sırılsıklam olmanın ötesinde çamaşır temizleyici tozların, sıvıların tanıtımında oynayacak duruma gelmişlerdi.
Oyun alanını yapanın TOKİ olduğunu anımsayınca kendime geldim ve ağzımı kapattım. TOKİ bu, bir yere bir şeyi bir biçimde soki işte. Samsun’da iki derenin yattığı yere katlı konutları kondurup selin önüne atması gibi… Van’ da su bağlantısı, pis su gideri olmayan evler yapması gibi.. Evlerin içine dere soki, içerisi bok koki, övünüp duruyor TOKİ…
İçinden dere geçen evlerin üstüne bir de ayaktopu çayır çimeni yapıyor ki, içinden ırmak aki… İşte bu TOKİ… Hani, öyle görkemli bir ad, onun içinde de görkemli daha başka adı olan çayır çimeni bitiriverdi ya… Neydi yahu o görkemli ad. Ali Sami Yen Spor Kompleksi gibi bir şeydi; sonra da uzayıp gidiyordu başka bir biçimde. Evet, uzayıp gidiyordu Türk Telekom Arena olarak. İşte anlı şanlı adı olan bu kompleks, nasıl da sergiliyordu kendimize güvensizliği, başkasına bağımlılığımızı, aşağılık duygumuzun boyutu. Böylece tam anlamıyla batılı oluyorduk; ama nedense içini yine ulusal boyutta bırakıyorduk. Çünkü, içinden dere değil nehir geçiyordu. Ama biz yine de Dere geçiyor dere / suyunu sere sere / Al götür bizi dere/ Topun olduğu yere diye kendi türkümüzü söyleyerek kendimizle dalga geçelim güzel güzel.
Sarayın imparatoresi bile dayanamamış, her çalıştırıcının kolay kolay yapamayacağını yapmış ve konuşmuş (!). “Yağmur aşağı yukarı tüm Avrupa’ da yağıyor. Bizde bir defa yağdı ve bu hale geldi. Konuşacak bir şey yok” demiş, daha ileriye gidememiş. Gitse ne yapacaktı ki. “Bu TOKİ, burnunu her yere soki, sonra da kötü kötü koki!…” mi deseydi yani. TOKİ bu, dağa da koni, dereye de düşi…
Sanki daha önce hiç birincilik tatmamış gibi bir birinciliğinde çayır çimen üzerinde aslan dolaştırarak, ölen işçilerin kanıyla temeli sulanmış Arena’ nın hakkını (!) veren saray takımı, böyle havalarda, yani bir lig tv çalışanının deyişiyle “özellikle yukarıdan yağmur yağınca..” ya da bir başka basın çalışanının anlatımıyla bardaktan boşanırcasına “yağan yağış” varken sutopu takımını salarsa çayır çimene belki topu girmesi gereken yere soki, bakıp dursa da TOKİ…
İşte, yağmur yukarıdan yukarıdan yağınca arena yüzme havuzuna dönüşüveriyor. “Yağmur yukarıdan yağar mı” diye; hele de bana hiç sorulmasın. O sözü söyleyen ben değilim, bu bir. İkincisi de yalnız ve güzel olduğu uluslararası bir etkinlikte sanat çevresine duyurulan ülkede her bir şey olabilir. Oluyor da nitekim. Aslanın arenasına yağan yağmur Ankara’ya yağdığında alt yapı denilen pis su giderlerinin bütün varlığı aşağıdan yukarı yağmaya başlar, Ankaralılar da yetkili ve ilgililerle birlikte bakar, bakar, bakar. Doğal olmayan bu oluşuma yağmur denilemezse, yağdığı için yağış olana denilmesigibi yağan yağış denilebilir belki de. Acaba o lig tv çalışanı da bunu düşünerek mi yukarıdan yağmur yağınca gibi gülünç bir söz söylemiştir. Sanmam. Alttan gelen bok ve püsürüğü de yağmur suyuna benzetmemiştir yani. Ne de olsa aşağıdaki koki, yapmasa da TOKİ.
Her neyse ve işte bu durum ve koşullar karşısında ağzım açık, bağrım yanık, dudağımda hıçkırık bakınıp dururum nasıl bir iştir bu kıçı kırık!….
EVRENSEL'İNMANŞETİ
![Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz](https://www.evrensel.net/upload/dosya/284405.jpg)
Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz
İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.
Evrensel'i Takip Et