Türküler dertleri, mücadeleleri geçmişten günümüze taşır. Türküler saraylardan çıkmadığı için beyler, paşalar, sultanları övmez; ezenleri, ezilenleri, direnişleri anlatır.
Türkülerin sahibi yoktur; türküler söylensin, paylaşılsın diye yakılmıştır. Ama müziğin alınır satılır bir meta haline gelmesiyle türkülerin etkisi zayıflamıştır. Toplumun kendiliğinden ürettiği türkülerin yerini endüstri ürünlerinin alması ile mücadele öyküleri taşıyan türküler azaldıkça azalmıştır.
Milyonlarca gencin canını yakan üniversiteye giriş sınavları hakkında türkü olmaması garip değil mi? Toprağın altında yatan, çoğu bile bile ölüme gönderilmiş nice maden işçisinin türküleri nerede? Neden silikozis türküleri, tersane cinayeti türküleri duyulmuyor?
“Hayata Dönüş” adı verilen imha saldırısının, F-tipi cezaevlerinin, boşaltılan köylerin, öldürülen çocukların türküleri dillerde dolanmıyor. Maraş Katliamı, Çorum Katliamı türküler ile kulaktan kulağa, ağızdan ağıza aktarılmıyor. Öğrencilerimin çoğunun bu katliamları hiç duymamış olmaması, bu acıları bilmemesi elbette rastlantı değil.
Yakılmayan, söylenmeyen, söylenemeyen nice türkü var. 2009’da yazdığım bir yazıda İlhan Erdost için türküler söylemekten söz etmiştim. Çocuklar babasız, bu ülke sahipsiz, bu halk adaletsiz kalmasın diye. Bu türkülere bugün çok gereksinimiz var.
İlhan Erdost’a türküler
İlhan Erdost, 7 Kasım 1980’de 12 Eylül’ün apoletli canilerinin emriyle, apoletsiz canilerin acımasız darbeleriyle Mamak’ta öldürüldü.
İlhan Erdost, Türküler ve Alaz’ın babasıydı. İlhan Erdost, Gül Erdost’un “gülen gözlerinin içinde yaşadığı” İlhan’ıydı. İlhan Erdost, ağabeyi Muzaffer Erdost’un ayrılmaz parçasıydı. Kimseleri incitmeyen İlhan Erdost ve onu sevenler, 7 Kasım 1980’de derinden incitildiler.
İlhan Erdost, ağabeyinin gözleri önünde öldürüldü. Muzaffer Erdost kimseleri incitmeyen kardeşinin adını da, çocuklarını da kendi adı ve çocukları gibi üstlendi. İlhan’ı kendi adına ve İlhan İlhan Kitabevi’nin adına işledi. İlhan’ın canına kıyılmasını ve 12 Eylül kabusunun ne demek olduğunu durmadan yazdı. Onun yazdıkları sayesinde, 12 Eylül’ün apoletli canilerinin insanlara neler yaptıklarını ve babasını yitiren çocukların neler yaşadıklarını daha iyi biliyoruz.
İlhan Erdost, acımasızca dövülürken “Artık dövmeyin, sabah kızımı göremedim” dedi. Ama caniler dinlemedi. İlhan Erdost, Türküler ve Alaz Erdost için hep 36 yaşında, hep kalın mı kalın, kara mı kara bıyıklı. Türküler’in anlatabildiği çok az anısı var; “Sadece küçük bir şey var babama ilişkin, belki yaşadım, belki de anlatılanlardan daha sonra yaşamışım gibi düşündüğüm bir şey... Komik bir şey ama... salondaki parkede gıcırdayan bir yer vardı. Ben orda zıplıyordum, babam kızdığında kaşlarını çatıp, ‘haaa benim kızım ne yapıyor’ gibi tepki verirdi. Tek anımsadığım şey o.” Ama Türküler’in babasıyla çekilmiş fotoğrafları var. Kardeşi Alaz daha altı aylık bile olmadığı için onun Türküler gibi fotoğrafları, tek bir anısı da yok.
Hasretle Gülüşüne
Muzaffer İlhan Erdost, babasını arayan iki çocuğun, kardeşini arayan bir ağabeyin duygularını, 17 Haziran 1981’de “Hasretle Gülüşüne” adlı şiirinde şöyle anlatmış:
Nereye canım çocuğum
Evlerin camına
Vurunca akşam güneşi kavuşmanın saatini
Beklediği kapıda
Merdivende
Balkonda
Türküler de sorar
Babam niye gelmiyor diye
Ben ne derim
Ben nasıl derim
Alaz da arar
Bozkırın sıcağından topladığın
Ekinlerin ince sesinden topladığın
Sığırcıkların ilkyaz sevincinden topladığın
Kedere vurulmuş  türkülerden topladığın
Gülüşlerini.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et