Disosya
Fotoğraf: Envato
Türkiye’deki basketbol ortamını resmetmek başlangıçta kolay gözükebiliyor. Ancak bu büyük oranda dinleyici grubunun konumuyla ilintili. Karşınızdaki bir dönem oyuna merak salmış bir arkadaşınız olabilir. Yıllar sonra görüştüğünüzde yönelttiği meraklı soruların ardında yatan şüpheleri kolaylıkla idrak edebilirsiniz ve işiniz nispeten kolaydır. Eğer liseden takım arkadaşlarınızla ya da sevgilileriyle birlikteyseniz, pek fazla bir şey söylemenize de gerek yoktur. Bunlar birkaç sene top sektirip, üniversitede hayatlarını daha kârlı gördükleri bir istikamete sürüklemiş tiplerdir ve o kısa süre bile içerideki hastalıklı işleyişle ilgili yeterli malumatı almalarına yetmiştir. Fakat bu kümenin dışında kalan ve olaydan tamamen bihaber bir dinleyici söz konusuysa, bu tasvir dünyanın en zor işine dönüşebilir. Şürekanın bakış açısına bürünebiliyorsanız şanslısınız, şöyle özetleyebilirsiniz: “Basketbol ortamı mı? Küçük ama bizim.” Karşınızdaki ısrarcı çıkarsa, sağda solda bir metafor aramaya koyulursunuz.
Benim aklıma düşen ilk şey, bir gemi figürü oldu. Belli belirsiz bir figür. Neredeyse bir hayalet. Öyle çok büyük değil. O lüks tekneleri de düşünmeyin, hayatta kalmaya çalışan yıkıntı bir şey. Özel bir yere ulaşmaya çalışmıyor. İçeridekilerse, hayatlarının daha kötü ihtimallerini yaşayabileceklerini düşündüklerinden olsa gerek, tamahkar davranmıyorlar. Tabii öyleleri de var, fakat onları güvertede pek sık göremezsiniz. Sığınakta filikaların yanı başında geçirirler günlerini, kaçınılmaz sonun en başından beri farkındadırlar zira. Güvertede yer alanlarsa seçilmiş bir güruh. Hepsini niteleyen keskin sözcükler var: iş bilenler, çevresi kuvvetliler, bizim çocuklar, vazife adamları, başkanın adamları… Her türün temsilcileri sefere çıkmadan önce içeri buyur edilmiş. Hepsinden birer çift değil, bazı türlerden daha çok. Ve gemideki ömürler de türler arasında değişkenlik gösterebiliyor. Hemen herkesin bilinen zayıf noktaları var ve bu zayıflıklar hakkında sessiz kalınması, neredeyse işaret diliyle varılmış bir söz birliğiyle güvence altına alınmış durumda. Hatta gemiye girmeden, geçmişinize dair birkaç ‘kirli’ anıyı paylaşmanız teşvik ediliyor. Karşılıklı güvenle ilgili basit bir ayrıntı…
Bu gemiye bir kez, kısa bir sefer için bile adım attıysanız durumu bilirsiniz. Burada anlamlı kılacağınız bir hayat, pek olurlu değildir. Hasbelkader bu gemide daha uzun bir yolculuğa mecbur kaldıysanız, okyanusun ortasında ümitsizce debelenerek hiç gelmeyecek bir yardımı beklemenin daha cazip bir senaryo gibi gözüktüğü bir an gelebilir.
Tabii bu karar size kalmayabilir de. Daha hızlı davrananlar çıkar ve gemiden tekmelenirsiniz. Bu ‘tutunamayan’ kesimde de her türden mürettebata rastlanabilir: bir zamanların revaçta koçları, gezgin asistan koçlar, görev tanımı bir sır olan genel menajerler, altyapıları salladıktan sonra soluğu ikinci ligde alan topçular ve nadiren de olsa hakemler.
Bu insanların hayatımızdaki yeri, birkaç sene öncesine kadar genelde eskiden-öyle-de-bir-adam-vardı noktasını aşamazdı. Sosyal medyanın denkleme dahli sonrasında ise yeni bütünleşik hayatımızda, gözümüze tutulan bir telefon ekranıyla varlıklarını hatırlayabiliyoruz. Cuma akşamı Beşiktaş-CSKA Moskova maçı için tribündeyken, bu tatsız çakışmalardan birini yaşadım. Kaptana muhalefet ettikten sonra eline bayağı bir can yeleği tutuşturulup yaka paça okyanusa fırlatılan bir eski koçun, Beşiktaş müstakbel şampiyon karşısında teslim bayrağı çektiği sıralarda birkaç dakika aralıklarla attığı üç mesaj elime tutuşturuldu: “Curtis Jerrells’la sadece sokak basketbolu oynanır... Curtis Jerrells da CSKA için ‘feda’ dedi… Curtis Jerrells’ı kim getirdi?”
Karşınızdaki dinleyici bu mesajların sahibinin, gerçekten sevip empati kurabildiğiniz ilk Beşiktaş takımının arkasındaki beyin olduğunu bilmiyordur. Düşük bütçelerle yaptığı şık yabancı seçimleriyle ve takıma kendi oyun yaklaşımını zerk edebilme yetisiyle yıllarca uzaktan takdir ettiğiniz ‘saygın bir basketbol adamı’ olduğunu bilmiyordur. O güzel çocukluk hatıralarının, bahse konu mesajların arkasındaki gizli ajandayı tüm yalınlığıyla gördüğünüzde tuzla buz oluşunu da tahayyül edemeyecek. O yüzden metaforlarınızı kendinize saklayın.
Dipnot 1: Bu gemi batığı figürü içinde basketbol görgüsü ve donanımıyla bir zıtlık olarak temayüz eden Emir Alkaş’ın -basketbola aynı tutkuyla bağlı- kardeşi Alp’i kaybettik. Hafızamda kariyerinin zirvesindeyken bir kamyonun altında kalan Drazen Petrovic formasıyla olan fotoğrafı yaşayacak. Ve ölümün had bilmeyen oyunbazlığını hatırlatacak… Geride kalanlara sabır diliyorum.
Dipnot 2: ikincikat-tiyatro’nun yeni sezonda da sahnelemeye devam ettiği “Disosya” görülmeli.
- Bir çiçek, kaç bahar? -I 27 Mayıs 2013 03:53
- Kevin Ware'ın acısına bakmak 07 Nisan 2013 10:44
- Kapıdan 03 Mart 2013 08:20
- Yıldızların biraz üzerinde 17 Şubat 2013 10:30
- Gaipten yeni haberler 10 Şubat 2013 08:10
- Çamurun içinde 20 Ocak 2013 12:43
- Bizim çocuklar başardı 13 Ocak 2013 10:22
- Kötü bir tane 30 Aralık 2012 09:32
- Panoptikon 23 Aralık 2012 10:52
- Ev dediği ücra adadan uzakta 09 Aralık 2012 13:57
- Cennette huzursuzluk 02 Aralık 2012 10:19
- Belleksiz otlaklar ülkesi 25 Kasım 2012 11:01