09 Kasım 2012 12:50

Şiir, peşew, 60.gün

Şiir, peşew, 60.gün

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Havada ağır bir mazot kokusu… Cadde de peş peşe sırayla geçen tankerler… Çantaları sırtlarında iki büklüm çocuklar geçiyor karşı kaldırımdan… Ben genzimi yakan bu kara kuru havanın içinden hızla iş yerime doğru yürüyorum. Mem Ronga’nın “SonbaharYaprağı” adlı şiiri geliyor aklıma. Bir yaprağın dalından ayrılmasını ve o anda yaşananları o denli yoğun ve etkileyici anlatmaktadır ki, okurken bir film izliyorsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bu şiir bana Ahmet Haşimi ve “Merdiven” şiirini hatırlatıyor. Farklı coğrafyalarda farklı ortamlarda ve farklı dillerde büyümüş insanların aynı duyguları yaşamış olmaları beni hem şaşırtıyor, hem de sevindiriyor. Demek insan her yer de insandır. Hele şairler ne kadar da birbirlerine benzerler. Eluard’dan Mayakovski’ye, Nazım’dan, Cigerxwîn’e… Hep aynı coşku ve aynı hasreti görür ve onlarla sevinir, onlarla üzülürüz.
Öğlen. Otlu peynir, acı biber kokusu ve bir şeyler satmak için durmadan çığırtkanlık yapan birkaç delikanlının sesi arasında, küçük ve içi iplikten örülmüş sandalyeler de oturmuş kaçak çayı yudumuyorum. Karşımdaki kirli sakallı gencin biraz ahkam kokan konuşmalarına kulak kabartıyorum; “Başbakanımız; açlık grevi falan yok, sadece bir kişi var” diyor. Aynı saatte Adalet Bakanı televizyonda açlık grevlerine katılanların sayısını veriyor ve rakam hayli yüksek 683. Şimdi bu muktedirlere ne demeli, nasıl inanmalı? Bir de aba altından sopa gösteriyorlar. Halk idam cezası istiyorumuş! Loo hangi halk, sabahın altısında mahmur gözleriyle birkaç kuruş için yollara dökülen pamuk toplayıcıları mı, yoksa sigortasız, asgari ücretle çalışan yapı işçileri mi, her an bir kazaya kurban gidecek tersane işçileri ya da akşama kadar gelen gideni gözleyen ve akşama eve eli boş dönen küçük esnaf mı? Hayır, hayır, hayır hiç biri.
Akşam. Karanlığın hüznü ve umutsuzluğu da yanına alarak en dar sokaklarına yerleşmeye çalıştığı bu şehirde, bir yerlerde umudun, sevginin ve şiirin ayak sesleri de duyulur elbet. Boşuna Yaşar Kemal bu şehir için “gül ve akrep şehri” dememiştir. İşte bu gül kokan ve umut büyüten anlarından birindeyiz. Ofisin enfes resimlerle donatılmış bir kafesinde kırmızı kadife kumaşından örtüyle örtülmüş birkaç masanın etrafında bu “medeniyet dili olmaz”ın kalemşörleri, şairleri, romancıları ve diğer sanat erbabıyla günün önemine atfen bir aradayız. Misifirimiz şair Abdulah Peşêw, Finlandiya’dan gelmiş. Peşêw modern Kürt şiirinin öncülerindendir. Soranî lehçesiyle yazmaktadır. Kürt Federe hükümetinde kültür bakanı olarak görev almış, PDK û YNK arasında savaş çıkınca “birakujî” kardeş kavgası adlı uzunca bir şiir yazmış ve Hewlêr de Azadî Meydanında okuduktan sonra kültür bakanlığından da istifa ederek Finlandiya’ya gitmiş. Kürtçenin, Kürt şiirnin sorunlarının ve elbette açlık grevlerinin üzerinde konuşuyoruz. Kürtçe savunma yapmanın kabul edilmemesinin sadece sanıklar için değil aynı zamanda Kürtçe diline ve Kürt halkına da saygısızlık olduğunun dile getirildiği sohbette, Abdulah Peşêw’in bir anısı bu coğrafyada, bu dile tahammülsüzlüğün beraberinde nice acıları da yaşattığına bir kez daha tanık oluyoruz. Peşêw, ilk kitabım 1967 yılında Hewlêr de yayınlandı diyor. Sevinçle bir örneğini alıp Süleymaniye ye dönmek üzere yola koyuldum. Bir arama noktasında jandarma kitabımı gördü ve hangi dilde olduğunu sordu. Ben de Kürtçe, deyince kitabı aldı sayfalarını çevirdi ve her sayfaya tükürdükten sonra kitabı bana geri verdi. İşte o zaman Kürt olduğumdan gurur duydum ve pêşmerge saflarına katıldım.
59. günün geride kaldığı açlık grevleriyle ilgili Yaşar Kemal’in “Bir insanın açlıktan ölümünü izlemek acıların en büyüğüdür. Çözümü mümkünken ölümler engellenmezse vebali iktidarın, muhalefetin, medyanın ve hepimizin olacaktır.”
Evet bu vebale bulaşmadan bir şeyler yapın!

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa