10 Kasım 2012 08:17

Tanrı armağanı tahta at

Tanrı armağanı tahta at

Fotoğraf: Envato

Paylaş

TROYA KENTİNE NASIL GİRİLECEKTİ?

Gerçekten de öykü, Yunanlı Ahilleus’un ölümüyle başladı. Troya savaşlarının onuncu yılına doğru, Troyalı Paris’in fırlattığı ok; gücüyle ve yürekliliğiyle dillere destan yarı-ölümsüz Ahilleus’un silahlara tek duyarlı yeri olan topuğuna saplandı. Ahilleus, acı acı çığlıklar ataraktan can verdi. Yunanlı işgalci ordular da, artık çok zor duruma düştüler.
Savaş gene surların dışında sürüp gidiyordu. Bir çeşit vurkaç savaşına dönüşen bu çatışmalarda bazen Troyalılar, bazen Akhalı ordular üstünmüş gibi görünüyordu… Tam bir bir yengiye ulaşabilmek için Akhalı Başkral Agamemnon ve komutanlar, yeni bir yönteme başvurmanın gerekli olduğunu düşündüler. Başvurdukları demirbaş bilicileri Kalhas da biraz düşündükten sonra; “Bir atmaca nasıl avını saklandığı kovuktan çıkması için bir kuytuda pusuya yatıp beklerse, bizim de Troyalıların kapılarını açmalarını sağlayacak buna benzer bir yöntem uygulamamız gerekir,” dedi.
Yunan ordusunda akıllılığı ve kurnazlığıyla ünlü kral Odisseus da hemen söze girdi: “Kalhas’ın söyledikleri çok doğru! Troya’yı alabilmemiz için hemen bir tahta at yapımına başlayalım! Bu atın içine en gözüpek arkadaşlarımızı saklayalım. Sonra da artık savaştan caymışız gibi barınaklarımızı, çadırlarımızı ateşe verelim. İçimizden bir kısmını surların yakınlarındaki bir kuytuda pusuya yatıralım. Kalanlarımız da gemilere binip denize açılsın. Gemiler Bozcaada’ya doğru yol alırken, Troyalılar bizi surların üzerinden izleyecek ve bizim gerçekten de çekip gittiğimizi sanarak sevinçten havalara uçacaklar!...”
Bu öneriyi hepsi de gönülden benimsedi!.... Ünlü marangozları Epeos’u bu işle görevlendirdiler. Ertesi günü Yunanlı askerler, Kazdağları’na tırmandılar. Kestikleri ağaçların kalaslarını gizli gizli sürükleyip sahile getirdiler. Marangoz Epeos; ilkin dev atın tekerlekli ayaklarını, onun üstüne geniş ve yüksek karnını yaptı. Atın fildişinden beyaz dişlerini, tahta işlemeden yelelerini ve kuyruğunu da tamamladı. Artık en gözüpek kahramanların atın karnına yerleşmesine geldi sıra... Savaşın sözde nedeni güzel Helena’nın kocası Meneleos ve kurnaz Odiseus gibi yürekli komutanlar bir bir atın karnına sığıştılar…

SİNON ADINDAKİ KURNAZ FEDAİ

Sonra da Sinon adındaki kurnaz fedaiye geldi sıra… Elleri arkasından kelepçelenen Sinon, dev atın ayakları dibine yatırıldı. Yunanlıların bir kısmı, surların yakınındaki gür ağaçlı bir orman kuytusunda pusuya yattı. Bütün çadır ve barakaları da ateşe verdiler. Sonra da artık çekip ülkelerine dönüyormuş gibi gemilerine atlayıp Bozcaada’ya doğru yelkenlerini açtılar...
Surların kulelerindeki Troyalı nöbetçiler, Yunan kamplarından alevlerin yükseldiğini ve yelkenlerini açan gemilerin çekip gittiklerini görünce haliyle sevinçten şaşkına döndüler. Troyalı askerler, surlardan dışarı çıkıp Yunan ordularından  boşalan savaş alanına doğru koşuştular. Deniz kıyısında da dev gibi tahtadan bir at görünce büsbütün şaşırdılar. Bu arada dev atın ayakları dibine sinmiş, kolları arkadan bağlı, tir tir titreyen casus Sinon’u buldular:
“Yunanlılar on yıldır süren bu savaştan artık bıktılar” diyordu Sion. “Tanrıçaları Atena’ya armağan edilmek üzere bu dev atı yaptılar. Siz Troyalılar da bu atı surların kapısından sığdırıp kentin içine alamayacaksınız. Tanrıça Atena da savaş sırasında sizleri desteklemediği için ona adanmış bu kutsal atı parçalayıp yakacağınızı düşündüler. Böylece öfkelendirdiğiniz tanrıça da Troya’yı yakıp yıkacak! Ayrıca tanrıçaya kurban edilmek üzere beni seçtiler. Ellerimi böyle bağladılar. Ben de dün gece bir yolunu bulup kaçtım. Gelip bu kutsal atın altına gizlendim…”
Casus Sinon’un her sorgulamada yinelediği bu sözlerden sonra, Troyalı komutanlar arasında ikilik çıktı. Komutanların büyük bölümü; tanrıça Atena’yı öfkelendirmemek ve onun gönlünü hoş etmek için tahta atın surlardan içeri alınmasını öneriyordu. Birkaç komutan da, bunun bir savaş hilesi olabileceği düşüncesindeydi. Ama en açık konuşanı, Troyalı rahip Laokon’du... Çünkü o bir gün önce kılıcıyla atın sağını solunu bir süre tıklatıp yoklamış; gövdesini, ayaklarını, kuyruğunu bir bir gözden geçirmişti... Atın karnının boş olduğunu, içinde büyük olasılıkla gizlenmiş askerler olabileceğini söyledi. Üstelik Yunanlıların; Atena gibi bir tanrıçaya böyle tahtadan yapılma uyduruk bir at bozuntusu sunacak ölçüde zevksiz olmadıklarını ekledi sözlerine. Bir de atın kuyruğuna “Beni içeri alın!” diye tuzak kokan bir levha asılıydı!
Laokon’un sözlerine kimse kulak asmadı! Ertesi günü Troya kralı Priyamos’un buyruğuyla Laokon; Yunanlıların çekip gitmeleri onuruna tanrılar adına iki boğayı kurban etmek üzere, iki oğluyla birlikte deniz kıyısındaki sunağa geldi. Ne var ki Laokoon; sahilde halkın önünde tam boğaları kurban etmek üzereyken, denizden çıkagelen iki azman yılanın burgaçları arasında, iki oğluyla birlikte can verdi!…
Bu olaydan sonra, “Tahta At surlardan içeri alınmazsa, Troyalıların daha büyük felaketlere uğrayacağı inancı”, halkın o anda sağırlaşan bilincine iyiden iyiye yerleşti..
***
İki tanrıça, sohbetlerinin burasında sustular… “Bu olayı da Hefaystos kalkanın üstüne resimlese iyi olur” dedi tanrıça Tetis.  “Ama öykünün gerisini de eklemek gerek”  dedi tanrıça Haris…

Daha sonra halkın başına gelecek felaketleri düşününce de ürperdiler…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa