10 Kasım 2012 08:38

Derine, derindeki derine

Derine, derindeki derine

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Soyutlama derine indikçe alelade olanın akıl erdiremeyeceği sadeliğe erişir. Ama gerçekliğe işte asıl o zaman yaklaşır.
Politika, soyutlamanın derindeki boyutlarına değmeyi ve orada olanı somut ilişkilerin içine bütün sertliği, canlılığı, bütün inceliğiyle çekebildiği zaman politikadır.  O çok sık kullandığımız “Teori” sözcüğü buradadır.
Soyutlama teorinin çalışma alanının ta kendisidir.
Derinleşirse böyle derinleşir teori, sığlaşır, katılaşır ve buharlaşırsa kendi serüveninden emek esirgediği için olur.
***
Mark Rothko’ya devam edebilmek için bunca dolambaca gerek var mıydı? Evet var. Daha fazlasına da gerek var.
Çarlık Rusya’sının soğuk topraklarında, Yahudi olduğu için dövülüp sövülmüş bir çocuk, geldiği ABD’de aynı zalimliğin içine düşmüştür. ABD’nin en önemli üniversitelerinden biri olan Yale’ye yazılmıştır. Ama, Yahudi olduğu için orada da dövülmüş, itilmiş, dışlanmış ve okulu terk etmiştir.
Ama bu zalimlik, o topraklarda sadece Yahudilerin başına gelen bir iş değildir.    
New York’ta, oraya ait arabaların birçoğunun plakasında ‘Je me souviens’ yani ‘Anımsıyorum’ yazıyor. İngilizcenin her şeye egemen olduğu bir ülkenin kimi kentlerinde, insanların bu sözcükleri arabalarına, evlerinin kapısına yazmalarının temel nedeni, baskıyla unutturulmak istenen bir Anadilin savunmasıdır.
Quebec kentinin sokaklarında da çok sık rastlanır böyle sloganlara: ‘Je me souviens’. İngilizcenin kendinden başka dillere saldırdığı zaman dilimlerini söyler bize bu Fransızca sözcük öbeği: “Ben hatırlıyorum.”
Buralarda doğmuş ve dünya ölçeğinde bilinen kimi sanatçılar bu direnişçi tutumu yeryüzüne taşımaktadır: Benim  Leonard Cohen hayranlığım buradan gelir.
Unutmamanın ta kendisidir.
Anadildir.
Bu yüzden Celine Dion sadece buğulu ve romantik bir ses değildir.
Anadildir.
Bunlara akla ilk gelen şu isimleri de eklemeliyiz: Felix Leclerc, Robert Charlebois, Gilles Vignault, Lynda Lemay... Bu insanların bütün sanatsal etkinliklerinde herkes “olağanüstü bir hatırlama” becerisi bulabilir. Ben bundan çok ötesini, “Unutmamanın” ve “Unutturmamanın” Allah’ını bulurum.
***
Mark Rothko, sadece Unutmak ve Anımsamak arasında yaşamıyordu. Onun renklerine, yapıtlarının, renklerinin serüvenine bakarsanız, Rothko bir sürekliliği yaşıyordu...
Rothko’nun soyut resimlerine önümüzdeki günlerde yine döneceğiz. Ama bir ara verip onun “Metro” serisine bir kez bakmanızı istiyorum.
Soğuk. Issız. Gideceği yerden de, geldiği yerden de mutluluk süzememiş insanlar...
Pastel soğuk sarıların ve yeşillerin, mavilerin içinde dimdik duran direkler, kaplayan ve suskunluğu artıran soğuk tavanlar... Kaldırım kenarlarını çerçeveleyen zalimce kırmızı tonlar...
Emekçi sınıfların şansı ve şanssızlığı o olağanüstü donduruculuğu içinde çıkar karşımıza metrolarda. Hiçbir yerden, hiçbir yere giden kimsesizlik. Eziklik. Metroların sütunlarına yaslanarak ayakta kalabilen yorgunluk...
***
Rothko’nun bütün tedirginliğinin ve birikiminin üzerine ilk büyük darbeyi Matisse vuruyor. Rothko, “Kırmızı Stüdyo” tablosunu gördüğü anda duruyor.
“Şairin bütün işi sözcüklerledir” denir. Bu doğru gibi gözüken şey. Aslında bir sanat alanını vulgarize etmekten başka şeye yaramaz. Sözcükler herkeste, her yerde, ansiklopedilerde, sözlüklerde, literatürlerde fazlasıyla var. Ama o sözcükleri soyutlamanın katlarında dolaştırıp aradığını bulabilen, bulduğunu beğenmeyen, deliren, ‘Yokakıl’ olan varabilir bir tek dizeye.
Rothko da buradan davranıyor.
Renkler her yerde var. “Ben onları alıp nereye götüreceğim”  diye soruyor.
Çünkü kendisine sorun ettiği şeyle yaptıkları arasındaki olmamışlık onu zorluyor.
***
II. Dünya savaşından sonra gelen büyük soykırımlar. Rothko’ya yeni soruların ve bulunması olanaksıza yakın cevapların girdabını açıyor.
Bu dönemlerinde en sık baktığı ressamlardan biri Goya’dır. Çünkü, soykırımları yapanlar, susanlar, sessizce paylaşanlar, içi boşaltılmış bir kavramı büyük bir pervasızlıkla sürüyor piyasaya:
Affetmek!  
John Berger’in “Goya’nın Son Portresi” adlı oyununda, Dresden’in bombalanmasına tanık olan Goya’nın sözleri bu anlamda hatırlamaya değer:
“Ne affedilmez biliyor musun? Asla affedilmeyecek eylemlerimiz nelerdir, biliyor musun? Kimsenin görmedikleri. Tanrının bile görmedikleri. Failler, işledikleri suçları kendilerinden ve başkalarından kelimelerle gizliyor. ... Kelimeler ve sayılar işledikleri cürümleri gizliyor. Ki, o cürümler unutulsun. Unutulan affedilmiş demektir. Zihne nakşolan affetmez. Tanrım bizi affetme. Bizi affedilmez kıl. Ki, asla unutmayalım.”
***
Rothko’ya önümüzdeki hafta Soykırım kavramı üzerinden bakmaya devam edeceğim.

 

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa