Biz mi ne yaptık? Biz ne mi yaptık?
Fotoğraf: Envato
Öyleyse şöyle mi başlayalım yine, bu yazıya da: “Bu satırlar yazılırken, Türkiye’nin farklı cezaevlerinde açlık grevini sürdüren tutuklulardan 12 Eylül’de başlayan ilk grup eylemin 57’nci gününde”? Epey şey söyledik ama bu cümleyle. Yani dedik ki, “Bekleyin, henüz ölüm yok. Olabilir. Ama eylem de bitebilir. Yani henüz haber bekliyoruz. Haberi vermemiz an meselesi. Zaten bizim de meselemiz an meselesi. O an gelince söyleriz.” Bunu dedik. Her halükarda beklentimizi. Oysa ıstırap vardı. Istırap var. Her gün büyüyen bir ıstırap. Uzun süredir. Onun da anları oldu elbet. Istırabın da anları. Istırap sürecinin. Öyle hemen hissettirmedi kendisini. Güle oynaya başladılar, kararlılıkla, kararlarının karşısında sevince kapılıp. Sonra gülme, oynama bitti. Hemen bitti. Sevinç uçtu gitti. Istırap kaldı büyüdü. Ve kararlılık.
ISTIRABA TANIK OLMAK İSTEMEDİK
Biz tanık olmadık ıstıraba. Tanık olmak istemedik. Bu uzun, zorlu sürece bizim kendi gündelik dertlerimiz, iş güç, koşuşturma denk geldi. En ilgilimiz an be an, andan ana ilgilendik. Kaygılandık. Dert ettik. Bizim derdimiz an meselesiydi. Onların ıstırap sürecine merhem değil, belki su gibi serpildi bizim anlarımız. Merhemi onlara, açılan yaralarına, ağrıyan yerlerine yoldaşları sürdü. Dudaklarını suyla yoldaşları ıslattı asıl. Yanlarındaki. Yakınlarındaki. Istırabı görenler. Istırabın tanıkları. Biz uzaktaydık. Görmedik. Görmedik ve böyle faili olduk zaten kolektif bir suçun. Istırabı görmeyerek, tahayyül etmeyerek.
En ilgilimiz, haber kaynaklarına en yakınımız mektuplar okudu, fotoğraflara baktı. Sonra katlayıp koydu. En fazla iletti bir başkasına. O da baktı. An meselesiydi. Baktık geçtik.
Bazılarımızın ise siyasi faaliyetleri, bir umut, çözüm için çabalamaları denk geldi. Ama en fazla yoruldu işte bazılarımız da. Sonra dinlendi yine. Istırap öyle bir şey değildi oysa. Geçmiyor, büyüyordu. Ruh terk etsin istiyordu bedeni belki de. Belki de ruh sığamıyordu artık bedene, canı acıyordu ruhun. Belki de böyle bir şeydi ıstırap. Tahayyül etmek istemiyorduk. Denemiyorduk. Meşguldük. Onlar için acele ediyorduk. Sonra da dinleniyorduk. Dinlenme saatlerimiz yine onların ıstırap sürecine denk geliyordu.
Bazen içimizden birinin ayağı burkuluyordu. Bir kurumun merdivenlerini telaşla çıkarken. Birimizi uyku tutmuyordu. Dalgınlık, dalamamak. O zaman bütün dikkatimiz buna yöneliyordu. Ama ıstırap değildi ki bu. Geçiyordu. An meselesiydi hepsi. Oysa ıstırap onların bedeninde kazıya kazıya dolaşıyordu. Söküp attıklarının yerine kendisi yerleşiyordu. Bizim ağrımız, sızımız, uykusuzluğumuz diniyordu, geçip gidiyordu da, onların o ufalan bedenlerine ıstırap boylu boyunca yerleşiyordu.
Belki de esas çaresizliğimiz buydu. Belki bizim çaresizliğimiz de buydu. Belki de hiç kötü niyetli, hiç de umursamaz değildik. Sadece çaresizdik. Bizim zamanımız böyle bir şey değildi. Bizimki anlardan müteşekkildi, onlarınki uzun bir süreçten ibaret. Uzadıkça, artık sadece ıstıraptan ibaret.
Bize devamlı haber geliyordu. Haberler. Açlık grevine yeni katılımlar. Protesto eylemlerinde olanlar. Anlık haberler. Kimimiz bunları yayımlıyor, kimimiz arkadaşlarıyla dertleşirken bahsini açıyordu. Sonra gazeteler katlanıp kenara konuyor, derdimizden içmişsek bir aşamada sızıyorduk. Biz bahislerden bahislere geçerken, ıstırap durduğu yerde duruyordu. Durduğu yerde büyüyordu. Bir kararlılığa yer kalıyordu. Bir onu bırakıyordu.
Uzuyordu. Uzadı yani. Onlar için başka türlü, bizim için başka türlü uzadı. Bizim için de uzadı yani. Neler denk gelmedi ki bu sürece? Kimimiz işten, kimimiz sevgilisinden ayrıldı. Kimimiz dost kazandı, kimimiz ilgisiz, belki biraz eleştirel, biraz kinayeli arkadaşının kalbini kırdı.
ŞİMDİ DE SEBEP SORMAYA ÇEKİNİYORUZ
Kimimiz anasına meseleyi, onların taleplerini anlatmaya, anasına derdini dökmeye çalıştı, kimimiz onların analarının döktüğü gözyaşını bir an olsun dindiririm umuduyla çadırları ziyaret etti. Evet, uzadı. Ama biz bunu da atlatırız. Bunu da sindiririz. Hayat hikâyelerimizde bir moment, bir tutanak olur bu da. “2012 açlık grevleri sırasındaydı, hani” deriz. Bu koca süreç bir an olur bizim hayatlarımızda. Kolektif suçumuz mu? Biz mi ne yaptık? Biz ne mi yaptık?
Oysa onların ıstırabının nekaheti yok. Onların kalıcı, yerleşik gerçeği bu oldu artık. Şimdi mi, birkaç yıl sonra mı, nerede, ne zaman, o ıstırap, bu ıstırap hatrını soracak onların, hatırlatacak kendisini onlara, siz bu satırları okurken bir umut can kayıpsız bitmişse de eylem, bir adım atılmışsa da taleplerine doğru.
Bu ülke alıştı açlık grevleriyle yaşamaya.
Onların ıstırabına, onların sessiz, sakin, vakur geçip gidişlerine denk geliyor bizim gündelik koşuşturmalarımız. “Ne kadar zayıf bir kız” diyoruz otobüste, gözleri görmeyen birini karşıdan karşıya geçirmeye vakit bulanlarımız da oluyor. İçimizde bir kuşku oluyor o zaman. O kadar çok oldu ki çünkü, o kadar çok ıstırap süreci? Ama nasıl tanık olmadıysak onların ıstırabına, nasıl tahayyül etmekten korktuysak, şimdi de sebep sormaya çekiniyoruz işte. Bazılarımız cevabından korktuğu için sormuyor zaten sebebini. “Hasta mısınız?” “Kaza sonucu mu?” Sorsa sonra, beklediği cevabı alsa, ne diyecek o zaman? Biz mi ne yaptık? Biz ne mi yaptık?
Ne yaptık? Ne yaptık birbirimize?
- Barikat, neşe, dans 08 Haziran 2013 07:22
- Konferansın ufkundaki yeni toplum 31 Mayıs 2013 10:35
- Süreç için bir öneri daha 20 Nisan 2013 09:37
- Heimatkrankheit ya da vatan hastalığı 07 Nisan 2013 05:27
- İktidar olarak köşe yazarı 23 Mart 2013 10:48
- Chávez’e bakmanın bir yolu 10 Mart 2013 05:56
- Süreç ve strateji: Bir öneri 23 Şubat 2013 07:43
- Felsefeden gelen cevap 09 Şubat 2013 09:36
- Sağcı ve entelektüel 05 Ocak 2013 12:29
- Böyle geçti bir yıl Türkiye ömürlerinden 29 Aralık 2012 06:12
- Adam ve kızları 22 Aralık 2012 09:00
- Mahremiyet ve gösteri 15 Aralık 2012 07:50