11 Kasım 2012 05:47

Kültürel miras meselesi

Kültürel miras meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem, Restorasyon çalışmaları yaklaşık üç yıldan beri süren Diyarbakır’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin çan kulesinin açılış törenini izlemek için ben özüm de geçen hafta “bizim oraların” yolunu tutup, Gâvur Mahallesi’nin “küçe”lerinde dolanıp, sokaklarında volta atttım.
Prof. Orhan Cezmi Tuncer’in Diyarbakır Kiliseleri (Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2002)  adlı eserinden kilisenin serencamıyla ilgili kısa bir özetine göre: Mazisi yaklaşık beş asır öncesine dayanan bu tarihi kilise 1881’de bir yangın sonucunda yer ile yeksan olduktan sonra iki yıl içinde yeniden inşa edildi.1. Dünya Savaşı sırasında Alman subaylarının karargâhı oldu. 1914 yılında iki bin altın harcanarak yaptırılan oldukça yüksek ve görkemli çan kulesi, yakınındaki 4 Ayaklı Minare’den yüksek olduğu için (1916) yıktırıldı. 1960 yılına kadar askeri depo, Sümerbank bez deposu gibi başka amaçlarla kullanıldıktan sonra kısmi onarımlarla asıl işlevine kavuşturuldu.
Kirvem, hayli gerilerde kalan işin bu tarihi faslını geçip, özümün de bizatihi şahit olup yaşadığı 1960’lı yılların hemen akabindeki manzaraya baktığımızda; Demokrat Parti ve Menderes hükümetinin iktidarında kendi dedelerinin bu “miras”ına sil baştan sahip olan Ermeni toplumu, bir taraftan gasp edilen kiliselerini heyecanla sahiplenirken, diğer yandan da hemen hepsi de zanaatkâr olan bu “Ermeni dölleri” kiliseyi onarmak için kolları sıvayıp kimi badana, boya yaparak, kimi cam çerçeveyi onararak, kimi toprak damı aktarıp loğlayarak gönüllü bir seferberliğe soyunurken, keza aynı şekilde kimileri evlerindeki bir halıyı ya da kilimi sırtlayıp kiliseye armağan diye taşırken, kimileri de el emeği göz nuru dökerek kendi atölyelerinde yaptıkları gümüş veya altın telkari haçlarla kiliseyi donatmak için yarışıp, böylece Tanrı’nın bu “virane ev”ini aklayıp, paklayıp ayine hazırladılar ama, nafile!
Nafile. Zira kısa bir müddet sonra hevesleri kursaklarında kaldı; çünkü Kıbrıs meselesi yüzünden 1955’teki 6/7 Eylül Olayları’nın ardından gelişen süreçle birlikte, gari Kıbrıs’ta olan her türlü “tatsız-tuzsuz” olayın sanki sorumluları buradaki azınlıklarmış gibi tuhaf, ama maalesef kafalarda yer etmiş ve ezelden beri değişmeyen “yobaz”ca bir zihniyetin sanki bir nevi tezahürü niteliğindeki öfkeli davranışlar zaman zaman karpuz veya kavun kabuklarına, domates ya da yumurtaya dönüşüp “nefret”le kilise yolundaki papaz ve yamağının başlarına yağması sanki yetmezmiş gibi, keza Demirciler Çarşısı’nda hemen hepsi de demirci olan Haço’ların ocaktan çıkardıkları kızgın demirleri alınteri eşliğinde çekiçleriyle dövüp, bunlardan karasaban, orak, mıh, çengel, kurt veya tilki kapanı gibi daha bir sürü şeyler yapmaya çalışırken, hemen yanı başındaki Yoğurt Pazarı’ında tertiplenen mitinglerde güya Papaz Makarios’un alevler içindeki temsili kuklalarına fırlatılan şeylerin nedense her defasında “hedef” şaşırıp  demircilerin örslerinin üzerinde patlayıp kahkahalar eşliğinde şölene dönüşmesi, buradaki Ermeni, Süryani, Keldani azınlıkların zamanla ister istemez göç yollarına dökülmesinin de başlıca nedeni oldu.
Sonra?..
Sonra bir zamanlar kilise çanlarına karışan ezan sesleri her geçen günün ardından artık hoparlörlerle minarelerden dalga dalga yayılıp yüksek tarihi surlara çarparken, buna mukabil bakımsızlıktan, kimsesizlikten çöküp birer harabeyi andıran kiliselerdeki çanlar giderek sessizliğe büründü…
Surp Giragos Kilisesi’nin bunca yılın ardından hani nasıl derler deveye hendek atlatırcasına kırk türlü “bürokratik” engellere rağmen onarılıp yeniden inşa edilen tavanının yanı sıra,keza boyu bittabi ki eskisine nazaren çok daha mütevazı, bittabi ki yüksek minarelerin gölgesinde kalan yeni çan kulesinden “çung-çıring, çing-çıring!” makamında yükselen seslerinin, gari gâvuru tükenmiş, ama adı yadigâr kalmış Gâvur Mahallesi’nin daracık küçelerindeki bazalt taşlı evlerinin duvarlarında yansıması, belki de Surp Giragos’un, yani Aziz Giragos’un gecikmiş dualarının Tanrı katına ulaşmasıyla mı gerçekleşti bunu hiç mi hiç bilemem, ama bildiğim şu ki, yaklaşık on iki yıllık bir süreç sonucunda onarılması için gereken her türlü çabayı esirgemeyen, başta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir, keza aynı şekilde Suriçi Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın bu uğurdaki emeklerini burada kendi payıma şükranla anarken, diğer yandan gerek Türkiye’deki, gerekse dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin, özellikle de “diyaspora” yollarını mekân tutmuş Diyarbakırlı hemşerilerimizin desteklerini anmamak mümkün değil.
Yeri gelmişken yine kendi payıma şunu “aççık-seççik” belirtmeliyim ki, yerle yeksan olmak üzere olan tarihi bir eserin kurtarılıp Diyarbakır’a tekraren kazandırılıp, daha sonraki nesillere “kültürel” bir miras olarak bırakılması, işin “inanç” faslının çok daha ötesindedir Kirvem!..

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa