11 Kasım 2012 04:32

Geriye doğru zıplamanın dayanılmaz çekiciliği

Geriye doğru zıplamanın dayanılmaz çekiciliği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan Erdoğan bir hafta önce Kızılcahamam’daki AKP kampında, “Halk idam cezasının geri getirilmesini istiyor biliyor musunuz?” diye sanki kendisi değil de halk böyle istiyormuş gibi milletvekillerine sorduğu soruyu, Bali’deki Demokrasi Forumu’nda kendi görüşü olarak öne sürdü.
Başbakan “İdam cezasının gerekliliği”ne, Norveç’te 77 kişiyi öldüren Breivik’e 21 yıl hapis cezası verilmesini gösterdi. Norveç’in ve Avrupa’nın idam cezasını kaldırmış olmasını eleştiren Başbakan ABD, Japonya ve Çin’de idamın kaldırılmamış olmasına dayanarak, “Demek ki yeri geldiği zaman idamın da bir haklılık sebebi var” diyerek bu lanetli cezayı savundu.
Erdoğan’ın gerekçesini haklı görürseniz, işkencenin de haklı ve gerekli olduğunu savunursunuz. Çünkü işkenceciler ve onların koruyucuları da işkencenin yapılmasının gerekçesi olarak “gerçeği bulmayı”, “suçu işleyeni bulma amacını” gösterirler ki, bu da en az Erdoğan’ın idam cezasının haklılığına gösterdiği gerekçe kadar güçlüdür.
Breivik’e verilen ceza elbette bütün vicdanlı insanlarda “Bu ne biçim ceza!” duygusu uyandırmıştır. Ama bundan “idam cezasının kaldırılmış” olmasını sorumlu göstermek, cezaların biçimi ve uygulama koşullarıyla insanlığın ulaştığı uygarlık düzeyini, sosyal mücadelelerin kazanımlarının ilişkisini hiç anlamamaktır. Tıpkı kahvede muhabbet eden kahve erbabının, akla gelen her tür olumsuzluk için, “Bunlardan üçünü beşini meydanda sallandıracaksın bak bir daha bu suçlar oluyor mu?” dedirten zihniyet gibi. Başbakanın zihniyeti de aynı zihniyettir.
Oysa suçlar gibi cezalar da insanlığın ileriye doğru gelişimi içinde biçimlenirler ve cezalar ve onların uygulanışı da bu ilerleme tarafından belirlenir. Onun içindir ki, kimi sosyologlar, “Bir ülkenin ileriliğinin düzeyini anlamak istiyorsanız cezaevlerine bakın!” derler.
Ve istisnalar bir yana bırakılırsa ülkeler uygarlık yolunda ne kadar ilerlemişse cezalar da o kadar insanileşmiş, bir kişisel öç alma, intikam, cezalandırma olmaktan çıkmış, insanları topluma yeniden kazanmayı, bu amaçla suçu kışkırtan koşulları ortadan kaldırmayı amaçlayan politikalarla birlikte ele alan bir anlayışa dönüşmüştür. En azından eğilim bu doğrultudadır.
ABD’de Japonya’da idamın olması da (Çin’de de elbette) tamamen ülkelerdeki gerici politikacıların ve güç odaklarının bu konuda ayak  diremeye devam etmesindendir. Bu ABD’de daha açıktır. Kimi eyaletlerde idam kalkmışken özellikle en gerici güçlerini politikada ve toplumsal kurumlarda etkili olduğu güney eyaletlerinde idamın kalkmamış olması tamamen bu gerici baskıyla ilgilidir.
Hele de idam kalkmışken geri getirilmesi ancak geriye büyük sıçrayışların olduğu ülkelerde mümkün olabilir bir şeydir.   
Eğer, ”Adaletin gerçekleşmesi için idamın da gerekli bir ceza” olduğunu savunan kişi, kahve müdavimliği tek işi haline gelmiş vatandaş değil de ülkenin başbakanıysa, bu idamın yeniden getirilmesi için girişimlerin başlayacağı anlamına gelmektedir.
Yerli yersiz “idama ihtiyaç” diye dile getiriliyorsa, bu amaçsız olamaz. Tersine AKP’nin, “muhafazakar toplum” oluşturma amacıyla da çelişen bir istek değildir. Hatta tartışmanın böyle bir mecraya kaymasıyla Başbakanın zaman zaman satır aralarında ifade ettiği “çok hukukluluk” hayalinin de tartışmaya açılacağını söylemek bir abartı olmaz. Çünkü, geriye doğru gitmenin dayanılmaz çekiciliği içinde Başbakan ve AKP, (MHP’den de destek alarak) ”çok hukuklu olmanın ne kadar demokratik olacağını” savunabilir. Öyle ya; “Vatandaş ister pozitif hukuk, isterse şeriat hukukuna göre yargılanmak isteyebilecek” ne güzel. Bu en demokratik olanı değil mi!” diyebilirler. Başbakanın idamla ilgili yürüttüğü mantıkla “Her kürtaj bir Uludere’dir”  demesini çok kolaylaştırır!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa