13 Kasım 2012 11:53

Seyretme

Seyretme

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Bana vicdansız bir medya ver,
sana bilinçsiz bir halk sunayım.”
Goebbels’ten Hitler’e…

Sovyetp Sinemacı Andrei Tarkovsky’nin “İnsanlara insan olduklarını daha çok hatırlatmalıyız,” dediği günlerdeyiz…
Yüzlerce, diye anıyorduk. Binler oldular.
Cezaevlerindeki açlık grevi eylemcileri, adım adım olağan akışını sürdürdüğümüz hayata veda etmeye hazırlanıyor.
‘Büyük insanlık’ yine seyrediyor.
Oysa üstat ailecek film izlememizi isterdi, hayatı değil…
Hatırlatmak istedim.
Elçiye zeval olmaz...


Şeref

BDP Milletvekili Pervin Buldan: “AKP’li Kürt milletvekillerinin şerefi varsa Başbakan’ın karşısına dikilsinler.”  (11 Kasım 2012,t24.)
AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu: “Devletler mahkûmların sırf açlık grevine girdi diye ideolojik taleplerini kabul etmek zorunda değil.” (10 Kasım 2012, Star)


Medyanın özeti: Gazetecilik taklidi

Hükümet'in Milliyet'teki operasyonu sürüyor. Nail Güreli'nin ardından, 2 Kasım'da da Metin Münir'in 'köşe'si kapatıldı.  Münir, T24'ten Hazal Özvarış'a, Milliyet'ten çıkarılmasını anlatırken (12 Kasım 2012), malûmu ilâm etmiş: "Erdoğan Demirören'in esas amacı Başbakanı memnun etmek, medya dışındaki şirketleri için yönetimi dost edinmekti. Milliyet'i Başbakan'ın oluru ile aldı. Onun seveceği bir gazete yapılmasını istiyor. (….) Gazeteye milyonlarca dolar gazete AKP'lileştirilecek diye ödendi. (…) Gazetecilik, Başbakan'ın olumsuz tavrı yüzünden yapılması imkânsız bir meslek haline geldi. Biz gazetecilik yapmıyoruz. Gazetecilik taklidi yapıyoruz. “


Ev ödevi

Başbakan’ın, ortaya attığı ‘idam’ın ipine sarılanlar sıraya girmeye başladı. “İsterük”çüler “as!.. as!” diye sayfa ve ekranlardan sokağa inerler mi, bilemem.  Bilemediğim bir de şu var:
Erdoğan bu “ip” meselesini neden eline ve diline doladı?
İdam tartışmasını neden başlattı ve gündemde tutmak için niye kaşımaya devam ediyor?
Soru anlaşıldıysa, şıklara geçiyorum:
a- Gündemi değiştirmek için.
b- Açlık grevlerini kriminal çerçevenin gölgesine hapsederek, eylemcilerin demokratik taleplerinin ıskalanmasını, tartışma dışında kalmasını istiyor.
c- İdamı tutsaklara karşı tehdit ve şantaj olarak kullanıyor.
d- Köşk yolunu da açacak ırkçı-milliyetçi oyları avlamak için ortaya attı.
e- Sahiden idamı getirmek istiyor. Bilhassa (Endonezya’daki) Demokrasi Forumu’nda tartışmayı başlatarak, nasıl bir demokrasi istediğinin mesajını verdi.
f- Hepsi.
g- Hiçbiri. O anda aklına geldi, salondaki sultan takımına  hava atmak için salladı.
Soruyu kazık bulanlar, tartışma programları ile köşe yazılarından kopya çekebilir. Ayrıca sağa-sola bakmak ve her türlü matbuat serbest. Arkadaşlarınızla tartışabilirsiniz. Kolay gelsin...


Ulu önder Tayyip...

Fesat okuru peşinen uyarayım ki, başlıktaki ima bana ait değil.
Açıklayayım:
Sabah’ın takozu, başlığa çektiği“10 Kasım’da Erdoğan niye yok?​” sorusuna cevaplar yetiştirmiş. (Emre Aköz, 10 Kasım 2012)
Özetle, “Yokluğu değil, varlığı tuhaf olmaz mıydı?​”diyerek, Başbakan’ın, M. Kemal’den pek hazzetmediği için, Anıtkabir yerine Brunei(-)’ye gittiğini anlatıyordu. Okurken, Aköz’ün bir cümlesine takıldım:   
“Bence (Atatürk için-ben)‘Ulu Önder’ nitelemesi de hoşuna gitmiyor. Kendisi şu anda Türkiye’ye önderlik ederken, başka birisini ululamak istemiyor.”
Sabah yazarının ulumasından anladığım, kendini “ulu önder” mertebesinde gören Başbakan, Atatürk’ün gölgesinde kalmak istemiyor.
Erdoğan bu kadar açık ifade eder mi, bilemem? Belki de şeyh uçmaz, mürit uçurur, vaziyetiyle karşı karşıyayız.
Ha bir de Köşk’ün Gül’ü, aynı kanıya varırsa, Aköz ne yapar?
Bunu da o düşünsün.
(-) Endonezya’dan bildirildiğine göre, Brunei Sultanı, karşılaştığı Erdoğan’ı, ayak üstü sohbette, Sultanlığına davet etmiş. Hani olur ya, “Bize de buyurun” kıvamında… Ama bizim ki, hemen atlamış; zevcesine,“Hadi kız Emine” deyip, soluğu Brunei’de almış.
Bir taşla iki kuş: Hem Anıtkabir münafıklığından kurtulunulacak, hem de Sultan yanında bir nevi staj… Bir günlük Saray saltanatı da cabası…
Tabii Dışişleri’nin 10 Kasım’dan Başbakan kaçırma operasyonu değilse… 


Gazetecilik kriteri

“Gazetecilik yaparken, eğer iktidarlar sizi seviyorsa, burada bir sorun vardır. Bizim işimiz güçlü insanları memnun etmek değil, gerçekleri söylemek.”  (Kati Marton, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) YK. Üyesi, 8 Kasım 2012 İst. Basın Top. )
Mrs, Marton'a inanacak olursak, bizim -yaygın- medyanın üstünü çizmek gerekir.   
Misal.    
Medya, Ankara temsilcilerini neye göre belirler?
İktidar odakları ile yakınlık derecesine göre… En azından kendini sevdirebilme ihtimalidir, o unvana kavuşturan.
En garantisi: Hükümetin işaret ettiği bir ismi tayin etmek. Aksi halde(si) şu:
Yanak okşama mesafesini kaybederse, ayağı kayar.
Yakın örnek: Başbakan'ın uçağına davet etmediği Haber Türk Ankara Temsilcisi'nin görevden alınması…
Ekonomi, polis-adliye, savunma gibi alanlar farklı mı?
Hayır? Oralarda çalışacaklar da alanlarının sıklet merkezleriyle iyi geçinebilmeli. En azında gönül almasını bilmeli.
"Gazetecilik mesafeler mesleğidir," efsane mi? Eh…
Bu arada, Mrs. Marton'a hatırlatmak lazım:  Nüans bir yana, ABD medyası da "biz"den pek farklı değil:
Söz konusu olan "vatan" ise medya embedded.  Öyle olmasaydı Noam Chomsky, Chomsky olur muydu!? 


Telef

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa’da, açlık grevcileri için “hayata dönüş” operasyonu sinyali verirken, “telef olmalarını istemeyiz” demiş. (12 Kasım 2012, basın)
Arınç’a “yoldaş” diye hitap eden bazı liberaller, ne düşünür bilemem. Ama göz atabildiğim İslamcı gazeteler, bu duygu insanının “telef”ni telef etmiş. Arınç’ın sözünü görmezden gelerek, okurlarından saklamışlar. (Zaman, Star, Yeni Şafak, benim baktıklarım.) Yanaşmalar ise haberin dibine adeta gömmüş. (Bkz. Habertürk)
AKP muhalifleri ise  (Örnek: Cumhuriyet) “Arınç’tan telef gafı” demeyi uygun bulmuş.
Ben “lapsus”(-) dedikleri bu herhalde, dedim.  Cibilliyetinin dile gelmesi, tespitine de itiraz etmem.
(-)Lapsus: Bilinç altının dil sürçmesiyle açığa çıkması... Aklından geçenin istemeden söze gelmesi… 

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa