Tankınız ne güçlü!
Sonunda bu da oldu. Yüzde 100 yerli tank üreteceğiz. “Altay”ın prototipi çıktı. Başbakan Erdoğan bunun coşkusuyla konuşuyor; “Sabrımızın sınırı var, gerektiğinde...”
Gerçi tankın motoru Almanya’dan, 120 mm’lik namlusu ve ana silah sistemi Güney Kore’den; ne gam!
Parasıyla “teknoloji” apartıp “milli tank” yapmak da başarıymış sonuçta! Kime göre?
Sevineler yok değil. Başbakan Erdoğan’ın yanında Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Erdoğan ile birlikte bir “tank maketi” tutmuş gülümsüyor mesela. Sonuçta onun şirketi de işin içinde!
İşin aslı, 30 Mart 2007’de yapılan Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısına uzanıyor; Milli Tank Üretim Projesi burada kararlaştırılmış. Koç’un Otokar A.Ş.’si ana yüklenici olarak görev almış. 500 milyon dolar da “tasarım” aşamasında ayrılmış. “Teknik destek sağlayıcısı” olarak görülen Güney Kore’nin Hyundai Rotem firmasının ürettiği “XK-2 ana muharebe tankı” uyarlanmış; Alman motoruyla birleşmiş, Aselsan’ın “kumanda” panelleri ile “milli tank”a dönüşüvermiş.
Eee, n’olcak şimdi?
Üç beş yıla seri üretime de geçeriz. Sonra hep birlikte tankın önüne geçer; Bertolt Brecht’in o unutulmaz şiirini okuruz belki: “Tankınız ne güçlü generalim, / Siler süpürür bir ormanı, / Yüz insanı ezer geçer. / Ama bir kusurcuğu var; / İster bir sürücü...”
İnsan... Etten kemikten dört insan istiyor Altay tankı da... Devam edelim Brecht’le; “...ama bir kusurcuğu var; / Usta ister yapacak.”
Değil mi ya; eylemde değil miydi, Otokar işçileri? Türkiye’nin dört bir yanındaki metal işçileri gibi. Sahi, neden? Ne istiyordu işçiler? Mustafa Koç’un yüzünü gülümseten “yerli tank”, işçilere pek fayda etmemiş anlaşılan!
Konuşuyor Başbakan; “Gerektiğinde bütün imkanlarımızla dünyanın en güçlü, en mücehhez ordularından biriyle barış, güvenlik ve istikrar için gereken karşılığı vermekte bir an bile tereddüt etmeyiz”.
Savaştan söz ediyor Başbakan... Kastettiği adres Suriye. Aynı dakikalarda dünyanın pek de uzak olmayan bir parçası ağır bir bombardıman altında... Tehdit ettiği Şam’ın birkaç yüz kilometre ötesinde savaş uçakları, helikopterler, gemiler bir halkı bombalıyor.
Bu kez “One minute” demiyor Sayın Başbakan... Gündemi başka!
“En büyük patron” Mustafa Koç konuşuyor; “Gelecekte, Türkiye’ye ait bir tankın ilk palet izlerini göreceksiniz. Projenin bu ilk sonuçları Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine gelmesini göstermesi açısından da bize büyük gurur yaşatacak”...
Evet, “çağdaş uygarlık” ölçütü olarak bir tank!
Gazze üzerinde savaş uçakları... Ölüm dört bir yanda kol geziyor.
Silahlanmaya oluk oluk para akıtan Türkiye, daha mı güvenli şimdi?
Tankları yapsak, yeni savaş uçakları alsak, oraya buraya “yerli yabancı füze sistemleri” diksek, barış mı gelecek bu topraklara?
Hadi geçelim “kul” yapısı silahları... Yahudilerin Yehova’sı “Bulut Sütunu”nu da gönderse; Allah “Siccil Taşı” da verse değişmeyecek bu gerçek... Değişmiyor işte!
“İnsan dediğin nice işler görür, generalim, / Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin. / Ama bir kusurcuğu var; / Bilir düşünmesini de.”
Türkiye adım adım içeride ve dışarıda kan ve acı bataklığına sürüklenirken, “yerli tank” zevahiri bile kurtaramaz!
İşte “düşünmesini bilen” her insan için; tankı da, topu da, füzesi de aynı... Hepsi insana “yabancı”; hepsi “yersiz”...
Yerlisi de yersiz!
Evrensel'i Takip Et